İlhan Biçer / Efeler Diyarından

Türkülerin Hikâyesi Kaymakçı Kahvesi

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Çocukluğumda içim burkularak dinlerdim bu acıklı türküyü. Ne zaman yolum Kaymakçı’dan geçse hep bu türkü aklıma gelir. Hep merak ettim bu türküyü, Süleyman kimdir? Dudu kimdir? Bu türkü neden yakılmış? diye.  Araştırdım, soruşturdum çocukluk ve gençliğimde duyduğum bu türkünün hikâyesini yazmaya çalıştım. Bir eksiğim, bir yanlışım varsa af ola…

Kaymakçı ’da yaşayan bıyıkları yeni yeni terleyen Süleyman ile güzelliği dillere destan Dudu kızın aşkıdır bu hikâye.

Bu hikâye Osmanlı’nın son dönemlerinde geçiyor.

Aydın Dağlarının, Bozdağların efelerle yuvalandığı yıllar.

Kaymakçı’da yaşayan Süleyman ile Dudu bir birine sevdalıdır. Arada gizli gizli buluşurlar. Bu böyle aylarca, yıllarca devam eder. Artık bir birine kavuşmaları için evlenmeye karar verirler. Süleyman Dudu Kızın ailesine dünürcü gönderir. Kızın ailesi Süleyman’ın yoksul olduğunu, kızlarına bakamayacağını, bir çulsuza kız vermeyeceklerini söylerler. Bu sözler Süleyman’ın çok ağrına gider. Boynu bükülür. Gözleri buğulanır. Dili tutulur, konuşamaz. Çaresiz Dudu kızın evinden çıkarlar. Süleyman kimselerle konuşmaz yemez içmez. Kendini dağlara verir.  Avare avare deli divane gezer tozar dağlarda.

Dudu kızı da dışarıya salmazlar, birbirleriyle görüşemezler. Günler haftalar aylar böyle geçer. Süleyman Dudu kızın aşkıyla yanıp tutuşur. Bir gün bir haberci gönderir Süleyman Dudu kıza. Kaçacaklardır.

Güneş doğmadan seher vaktinde buluşurlar. Doğuya doğru yola çıkarlar. Gün ağarmaya başlarken Keles (Kiraz) ile Balyambolu(Beydağ) yol ayrımına gelirler. Keles tarafına doğru giden yola devam ederler. Keles’e varmadan bir çınarın altındaki çeşmenin yanında dinlenirler. Çıkınından azıklarını çıkarıp kahvaltı yaparlar. Çeşmenin buz gibi akan suyundan içerler. Burada biraz daha dinlenip tekrar yol devam ederler. Öğleye doğru Keles’e varırlar. Burada da mola verip çıkınından azıklarını çıkarıp yemişler. Tekrar yola koyulmuşlar. Gürül gürül akan derelerden çaylardan geçmişler. Rüzgârın sesi, kuşların sesi eşliğinde yol almışlar. Güneş batmış. Etraf kararmaya başlamış. Azıkları da çok az kalmıştır. Yorgunluktan adım atacak halleri kalmaz. Çayağzı’nı geçerler. Değirmendere’ye ulaştıklarında hava epeyce kararmıştır.  Değirmendere’nin azgın suları üzerine kurulmuş olan bir değirmen görürler. Değirmenci değirmeni kapatmış evine gitmek üzereymiş. Süleyman değirmenciye durumlarını anlatmış. Değirmenci de onları evine götürüp misafir etmiş. Değirmencinin hanımı Yemek yapıp hep birlikte yemişler. Değirmencinin evine o gece misafir olmuşlar.

Ertesi gün horoz sesleriyle uyanmış Süleyman. Kahvaltı yapmışlar. Değirmencinin hanımı onlara bir çıkın yapmış. İçine bazlama, keçi peyniri ve zeytin koymuş. Süleyman ile Dudu kız tekrar yola koyulur. Gürül gürül akan derelerden, patikalardan geçerler. Yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra deve kervanıyla karşılaşırlar.  Yollarına onlarla devam ederler. Çavuşdağ’ın dağlarına doğru yüksele yüksele tırmanışa geçerler. Sarıkaya’yı geçerler kısa bir mola verirler. Molanın ardından tekrar tırmanışa devam ederler. İki saatlik bir yolculuğun ardından Çavuşun Düzüne varırlar. Akşam olmuş güneş çoktan batmıştır. Burada deve kervanıyla birlikte mola verip dinlenirler.  Etraf aydınlanmaya başladığında tekrar yola devam ederler.

Bir iki saat düzlükte vadide yol alırlar. Akşama doğru güneş batmak üzereyken Devrent Deresine varırlar. Varırlar varmasına da göz gözü görmez. Sisten hiç bir şey görünmez. Deve kervanı yavaş yavaş yol alır. DevrentDeresinin aşağısı uçurumdur. Zorlukta geçerler Devrent Deresi’ni. Sonunda Deve Kervanı Alaşehir’e varır. Süleyman ve Dudu burada kervandan ayrılır. Süleyman Alaşehir’deki asker arkadaşını bulur. Ona durumu anlatır. Misafir olurlar asker arkadaşına.

Sonrası mı?

Alaşehir’de sezon üzüm kesme zamanıymış. Köfünköfün kesilen üzümler, kervanlarla İzmir Alsancak Limanına gönderiliyormuş. Bir müddet kalırlar burada.  Üzüm kesme işinde çalışırlar. Aradan on, on beş gün geçer. Haber gelir Dudu’nun ailesinden gelsinler, düğünlerini yapalım diye. Bu haberi alan Süleyman ile Dudu çok sevinirler. Asker arkadaşını Teşekkür ederek Alaşehir’den ayrılırlar.

Düşerler Kaymakçı’nın yoluna…

Kaymakçı ’ya varırlar.

Ana babalarına kavuşurlar. Özlem bekleyiş bitmiştir artık. Düğün için görüşmeler yapılır. Dünürcüler gider gelir. Süleyman düğün yapacağı için sevinçlidir. Arkadaşlarını görmek için kendini doğruca kahvehaneye atar. Arkadaşlarıyla buluşur sarılıp, hasret giderirler. Koyu bir muhabbet başlar. Bir yandan da çaylar içilir ardı ardına.

Dudu’nun yıllar önce Bozdağlara çıkmış olan bir ağabeyi vardır. Osmanlı’nın zaptiyelerinden dağlara çıkmış bir efedir ağabeyi. Efe dendiğine bakmayın. Benim, sizin bildiğiniz mert, yiğit efelerden değil. Namlı efelerin adını kullanarak köylüden yiyecek, içecek, para, altıntoplarmış. Birden kahvehanenin kapısından içeriye girivermiş. Yanında da kendi gibi iki de gızanı varmış.

“Ülen deyyus sen benim bacımı nasıl kaçırırsın?” deyip belinden çıkarmış tabancasını, çekmiş tetiği ardı ardına Süleyman’ın üzerine. Elindeki çay bardağı düşmüş kanlar içinde masaya yığılmış Süleyman.  Masanın etrafı kan revan içinde kalmış. Oracıkta can vermiş Süleyman. Bu kalleşçe saldırıyı duyan duymayanlara söylemiş. Kaymakçı Kahvesi’ndeki bu cinayet kısa sürede duyulmuş Ödemiş’e ve köylerine…

Süleyman’ı tanıyanlar tanımayanlar nasıl kıydınız bu gencecik Süleyman’a diye söylenip durmuşlar. Ağıtlar yakılmış Kaymakçı Kahvesi’ndeki bu cinayet için. Yöreden yöreye söylenmiş. Bazı yörelerde farklı farklı söylense de acılar hep aynı, hep aynı yürek yangını olmuş.

Kaymakçı Kahvesi acıklı bir türkü olmuş dillerden düşmeyen. Yıllarca söylenmiş ve yıllarca söylenecek olan:

KAYMAKÇI KAHVESİ

Kaymakçı Kahvesi’nde masa kuruldu
Masanın başında Süleyman vuruldu

Kaldır Dudu’m kollarını göster yüzünü
Dudu’mun yollarında kıydım canımı

Devrent Deresi’ni duman bürüdü
Dumanın içinde Dudu’m yürüdü

Kaldır Dudu’m kollarını göster yüzünü
Dudu’mun yollarında kıydım canımı

 

Türkülerin Hikâyesi Kaymakçı Kahvesi

Yorumlar kapalı.