Selim Şahan / Baş Yazar

Kabotaj ve adaylar!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Belki bu hafta sonu itibarı ile 31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçimlerde aday olacak isimlerin hemen hepsi belli olacak. Merakla bekleniyor: Ali mi olacak Veli mi?

Belki okurlar da benden bu konuyla ilgili yazılar bekliyor ama ben bu konuya girmemeye devam edeceğim. 26 yıldır bu gazetede yazıyorum. Ne muhtarlıkta ne de belediye başkanlığında genel ilkeler konusunda yazdım ama belirli bir isim işaret etmedim.

Yazılarımda ‘Ali mi Veli mi!’ sorusunun yanıtından ziyade, belediye başkanlığının sınırları, başkanın sahip olması gereken eğitim ve özellikleri ile belediyeciliğin çerçevesi üstüne yazarım.

Örneğin mahallemizden muhtar adayı öğrencim Mustafa da ‘Hocam sen bilirsin işini!’ diyor ama… ‘Mustafa, seçime kadar çaylar senden; sonra bakarız!’ diyorum…

Türkiye’deki siyasallaşmanın geldiği nokta açısından, belediye başkanlarının da muhtarlar gibi seçime partisiz girmesi gerektiğini bile söyleyebilirim.

Uzatmadan, sanıyorum Ödemiş, çevre ilçeler ve İzmir’in adayları Pazartesi gününe kadar netleşmiş olur.

Keşke bütün partiler önseçim yapsalar da seçilen adaylar tam anlamıyla sandığa oy atacak partililerin istediği kişi olsa…

Başlıkta kabotaj ve adaylar dedim ama…

Bizim çocukluğumuzda bir Kabotaj Bayramı vardı. Sonra adı değişti Denizcilik Bayramı oldu.

Osmanlı’da denizcilik deyince hemen akla Kaptanı Derya, Barbaros Hayrettin ve Piri Reis gelir.

Barbaros, denizciliğe korsan olarak başlamış. Sanıyorum adındaki ‘Barbar’ kelimesi de oradan geliyor. Kaynaklara bakılırsa “Barbaros” lakabı, İtalyanca’daki “kızıl sakal” anlamındaki “barba rossa”dan geliyorrmuş. 16. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirdiği askerî seferlerle Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini pekiştirmiş. Oruç Reis de onun ağabeyi…

Okul yıllarından Preveze Deniz Savaşı’nı da hatırlarsınız…

Kaptanı Derya, bir kişi adı değil. ‘Deniz kaptanı’ demek. Deniz komutanlarına verilmiş bir sıfat. Bu adlandırma Barbaros zamanında yaygınlaşmış.

Piri Reis, onlardan sonra… İlk Dünya haritasını çizdiği söylenir.

Herkes Osmanlı Kaptanı Deryası olarak Piri Reis adını bilir ama onun 80 yaşında yine Osmanlı tarafından idam edildiğini bilmez. Gerekçe Portekizlilerden rüşvet aldığı iddiası…

Neyse…

Gel zaman git zaman, Osmanlı güç duruma düşmüş ve denizlerde at oynatamaz duruma gelmiş. Üç tarafı denizlerle çevrili bir kara bütünlüğüne sahip olmasına rağmen deniz ticareti elinden alınmış.

İmparatorluğun zamanla kabotaj (deniz ticareti) hakkı ortadan kalkmış. Çünkü Batılı ülkelere verilmiş olan ‘kapitülasyon’ hakları nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu kıyılarında genellikle yabancı bandıralı tekneler hizmet görür hale gelmiş. Bu durum ancak ‘hani kimi çevreler tarafından çok eleştirilen’ Lozan Antlaşması uyarınca ortadan kaldırılmış da denizlerimizde yeniden egemen hale gelmişiz.

Peki Kapitülasyon dedik! O da yabancılara verilen ‘ticari ayrıcalık’ demek.

Kaynaklara bakarsak, Osmanlı daha ilk zamanlardan itibaren yabancılardan borç alıyormuş. Hatta savaşa giderken bile borç alınıyormuş. Ee bu borçlar arttıkça çoğalmış, çoğaldıkça da artmış.

O hale gelmiş ki ‘Düyunu Umumiye’ adı altında bir borç ödeme dairesi bile oluşmuş. Dairenin ipi de yabancıların elinde imiş.

Kaynaklar şöyle yazıyor: “2. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, ‘Genel Borçlar’ anlamına gelir. Düyunu Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır. Osmanlı İmparatorluğu 1854 yılında dış borçlanmalara başlamış ve 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapılmıştır. Bu dönem içinde 239 milyon lira borçlanıldığı halde, hükûmetin eline yalnızca 127 milyon lira geçmiştir.”

Uzatmayalım, borçların düzenli ödenmesi adına bir kurum oluşturulmuş ama borçlar azalacağına daha da artmış.

Hani 33 yıl iktidarda kalan fakat dizilerde bir karış toprak vermediği iddia edilen bir padişah var ya! 1908’de tahttan indirildiğinde Osmanlı küçüldükçe küçülmüş ve borç içinde yüzüyormuş.

Peki sonra ne olmuş?

Ne olacak! Kurtuluş Savaşı olmuş ve o borçların tamamını yeni Türkiye Cumhuriyeti ödemiş. En son borç da 1954’te ödenmiş.

Şimdi, Kaymakçı’dan rahmetli kahveci Mustafa Yılmaz abimiz yaşasaydı, beni mutlaka telefonla arar, “Hocam, valla çok güzel yazmışsın, bizi bilgilendirdin. Gel de bir kahvemi iç” derdi.

Kahveyi de oğlu Halil İlker Yılmaz’dan içeriz artık.

Bu yazıyı aslında 24 Ocak kararlarının yıl dönümünde yayınlayacaktım ama ‘mert cinayet’ gafı öne geçti…

Kabotaj ve adaylar!

Yorumlar kapalı.