Hacer Çet

Hissetmek ve An

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Merhaba sevgili okurlarım. Sık sık kullandığımız bir kavram var. An ya da anda kalmak. Kuşkusuz çoğumuzun bu kelime ile ilgili bir anlayışı ve algısı illaki var. Birileri “yaşa ve geç ”der. Kimisi eğlenmenin, tadını çıkarmanın dibine vurmak olarak algılar. Bazıları bilmez ve farkında bile olmaz, otomatik yaşar gelip geçen anları.

Yaşamı bir yol olarak düşünürsek, bu yolda içsel ve dışsal birçok şey yaşarız ve karşılaşırız.( Esasen iç ve dış diye de ayırmamak lazım. İçimiz neyse dışımızda o çünkü. Daha doğru bir ifadeyle içimizde olanın yansımalarını seyrediyoruz dışta.)Dikkatimizin odağında olmasa da bu yolda zihinsel, fiziksel ve duygusal bedenle yol alıyoruz.

Zihinsel bedenimiz daha çok geçmiş ve gelecekle ilgilenir. Dışsal, miras yoluyla gelen öğrenilmiş bilgilerin depolandığı alan gibidir. Analiz yapar, düşünür vs. Farkında olmadığımız sürece otomatik işler. Fiziksel bedenimiz ise her gittiğimiz yere bizimle geldiği ve istediğimiz çok şeye itaat ettiği için, ağrı, sızı, hastalık veya her hangi bir rahatsızlık söz konusu olmadığı sürece yine otomatik işler. Sabahtan gece yatıncaya kadar fiziksel bedenle birçok eylem yaparız ama çok azını fark ederiz. Daha sonraki yazılarımda fiziksel ve zihinsel bedenle ilgili daha detaylı bilgi vereceğim.

Duygusal beden ise tamamen duygularla işler. Her gün sayısız duygu gelir, gider. Bu duyguların çoğu yaşamımızın ilk yedi yıllık döngülerinde algı oluşturduğumuz inanç kalıplarıdır ki, bunlar bilinçaltının derinliğinde kalırlar. Hani bazen ara ara gelen tanıdık ama rahatsız edici duygular vardır ya, işte onlar bizim yetişkinlik hayatımıza sızan duygulardır.Zihinsel ve fiziksel bedenlerimize olduğu gibi duygu bedenimize de farkındalığımızı kaybettiğimiz için, ya onları göremez, ya görür kaçarızya da manipüle ederiz. Adı üstünde  duyguların, iyi kötü demeden aktığı yer. Korku duygusu gelir kaçarız çünkü rahatsız edicidir. Öfke duygusu gelir dikkatimizin yönünü değiştiririz, keder gelir görmezden geliriz, bazen de yok sayarız. Coşku, sevinç yada bizi iyi hissettiren duygular geldiğinde fark eder kaçmayız.Duyguları da iyi kötü diye ayrıştırmayı öğrenmişizdir oysa hepsi duygudur. Kısaca duygusal beden hissediştir. Ayırım yapmadan her gelen duyguyu, rahatsız edici olsalar da hissetmektir.

İşte “an” basitçe zihinsel, fiziksel ve duygusal beden farkındalığıyla kendimizi çokta kaptırmadan,dram yaratmadan, zihinsel hikâyelere girmeden ne yaşarsak yaşayalım koşula bağlamadan hissetmektir.İyi kötü demeden, kaçmadan, değiştirip dönüştürmeden,hissel algı seviyesinde duyguları fark edip kucaklamaktır. Olanı olduğu gibi kabul etmektir. Michael Brown un  “iyi hissetmekten her şeyi hissetmeye” dediği, hissetmede ustalaşmak olsa gerek.

Koşulsuz hissetmek demek anda kalmak demektir. Bu hiçte basit bir şey değildir. İçimizde ve onun yansımasıyla dışımızda onca hareketlilik, iniş çıkış yaşarken stabil kalmak kolay mı? Hele ki hissel algımıza olan farkındalığımızı kaybetmişsek, robotik yaşıyorsak, ruhsuz ve ölü varlıklar haline gelmişsek elbette ki kolay değil. Ama imkânsızda değil. Bu pusuya yatmak, sabah akşam duyguları avlamaya çalışmak, sürekli kendimizi gözlem ya da denetim altında tutmak demekte değil. Sadece doğamızda olan, hala bizimle birlikte, hiç kaybolmayan ve kaybolmayacak olan o hissetme kabiliyetine tekraruyanmamız gerekiyor.Dikkatimizi duygularımıza yönlendirmemiz gerekiyor. Onları önemsemek,kaçmamak, yargılamamak ve koşulsuz hissetmek. Hepsi bu.

Sevgi ve şükranla.

 

 

Hissetmek ve An

Yorumlar kapalı.