“İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır” Tolstoy
Bugün kullandığımız empati, Almanca’daki “einfühlung” ve eski Yunanca’daki “empatheia” terimlerine dayanır. Basit tanımıyla empati: “Bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini anlamasıdır.” Ne kolay gözüküyor değil mi? Empati kurabilmek. Oysa o kadar zor ki. İletişim çağındayız diye böbürlenip duruyoruz, kimi zaman da kendimizi “ben böyleyim, ben şöyleyim” diyerek övüyoruz. Fakat iş karşımızdaki insanı anlamaya gelince donup kalıyoruz. Bir insanı anlamak istiyorsak şayet, dünyaya onun bakışıyla bakmalı ve onun gibi algılamaya çalışmalıyız ki, empati kurabilelim. Çok sık karşılaşılan durumlardan birisi de empati ile sempati kavramlarının karıştırılması. Bu bana çok tuhaf geliyor. Ama birçok sohbet ortamında fark ettim ki, sempati derken, aslında empati denilmeye çalışılıyor. Sözcüklerin birbirine yakınlığı yüzünden mi karıştırılıyor diye üzerinde çok düşündüm. Çünkü empati ile sempatiye ses verdiğimizde ayırt edici yanı sadece ‘s’ sesi. Lakin sonra iki sözcüğün neredeyse tamamen aynı seslerin yan yana gelerek kavram oluşturmasından değil, arasındaki anlamın algılanmasında sorun olduğunun kanısına vardım. Bugünkü yazımı, bilhassa empati üzerine kurmamım nedeni, okuyucuların kafa karışıklığını gidermeye çalışmam. Şimdi gelelim sempatiye. Eski Yunanca’daki “sympatheia” teriminden İngilizce’ye “sympathy” olarak aktarılan sempati: “Birisiyle birlikte acı çekmektir.” Daha da basit anlatımla karşımızdaki insanla birlikte acı çekmemiz yahut sevinmemiz ona sempati duyduğumuz anlamına gelir. Konuştuğumuz, görüştüğümüz, dertleştiğimiz bir insanı anlamak farklı, ona hak vermek farklıdır. Empati ve sempati günlük hayatta o kadar çok karşımıza çıkıyor ki, yaşamımız sürdükçe de çıkmaya devam edecek. Alışverişte, trafikte, okulda, çalışma hayatında neredeyse hayatın tüm evlerinin içinde hem empati hem de sempati var. Zaten bu iki kavram da yoksa, orada müthiş bir iletişim problemi olur. Ömrünü iletişim içinde geçiren insan, sadece kendisini düşünerek ‘ben’ merkezci olarak hareket ederse, birçok sorunla karşılaşacaktır. Tam tersine ‘ben’ merkezcilikten sıyrılıp empati kurarsa o kadar toplumsallaşıp, uyumlu olup, sosyal duyarlılık sağlayarak pozitif ilişkiler kuracaktır. Pozitif ilişkilerinizin çoğalması dileğiyle… (Hayatın İçinde Edebiyat kitabımdan alınmıştır)
Her Şey Sende Gizli
“Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…”
Can Yücel