Yanlış tanınan bir inanç: Zerdüştlük

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Zerdüştlük ya da Mecusilik adı verilen din, dünyanın en eski tek tanrıcı dinlerinden biridir; yine cennet ve cehennemden bahseden ilk dinlerdendir. Bu dinin kurucusu ya da peygamberi Zerdüşt’tür; ne zaman ve nerede doğduğu halen tartışmalı olsa da tarihçiler arasında ekseriyetle M.Ö. 6. yüzyılda Ahamenidler devrinde İran’ın doğusunda yaşamış olduğu kabul edilmektedir.

Mecusilerin kutsal kitabı “Avesta”, Zerdüşt’ün yaşadığı coğrafi bölgenin dağlık bir yapısı olduğuna ve burada yaşayan halkın hayvancılıkla geçindiğine işaret eder. Zerdüşt’ün yaşadığı dönemde ve öncesinde bölge halkı çok tanrılı bir inanca sahipti, özellikle ışık tanrısı “Mithra” büyük hürmet görürdü. Ayrıca nehir, dağ ve göl gibi tabiat varlıklarına koyun ve sığır kurban ederlerdi. Belirli bir mabetleri yoktu fakat dua ve kurban geleneği için hizmet veren ve zenginlerin hediyeleriyle geçimlerini sürdüren rahipleri vardı. Rahipler, bol bol “haoma” adı verilen ve tanrıların da içtiğine inanılan sarhoş edici, kutsal bir bitki suyu tüketirlerdi.

Zerdüşt’ün babası Poyruşaspa, rivayetlere göre bir rahipti ve bu sebeple Zerdüşt az önce değindiğimiz bir inanç ortamında yetişti. Diğer çocuklardan farklı olarak küçüklüğünden beri bir arayış içerisindeydi. Yirmi yaşlarından sonra Zerdüşt’te büyük ruhsal değişiklikler olmaya başladı. Sık sık dağlara, buralardaki mağaralara ve ıssız yerlere giderek inzivaya çekiliyordu. 30-40 yaşları arasında bir bahar bayramı sırasında nehir kenarında otururken “Vohu-Manah” (iyi ruh, iyi duygu, iyi düşünce anlamlarına gelir) adını verdiği bir melek kendisine göründü ve Tanrı “Ahura-Mazda”nın vahyini getirdiğini kendisine müjdeledi. Kendi ifadesine göre o, meleği görmekle kalmamış aynı zamanda iç kulağı ile onun öğrettiklerini öğrenmişti. Artık ömrünün sonuna kadar da kendisine görünen bu melekle ilişkisi devam edecekti.

Zerdüşt’ün melekle karşılaşma anı, Avesta’nın ibadet kısmı olarak kabul edilen Yasna adlı bölümde kendi ağzından şu şekilde anlatılır: “Vohu-Manah’la (iyi ruhla) kendimi kaybettiğimde ‘Kimsin, kime aitsin?’ diye bana sordu. Onun birinci sualine ben Zerdüşt’üm, yalancıların hakiki bir düşmanıyım fakat doğru insanların da güçlü bir destekçisi olmak isterim.”

Bu vahiy olayından sonra zamanının çok tanrılı kültürüne karşı tek tanrılı bir inancı yaymaya çalıştı. Ancak ilk on yıl hiç başarılı olamadı, bu süre zarfında anlattıklarına tek inanan kişinin kuzeni olduğu rivayet edilmektedir. Zerdüşt, bu başarısızlık ve halkının söylediklerinden dolayı kendisine düşman olması neticesinde daha doğuda bulunan Kral Viştaspa’nın ülkesine gitti. Kralın bu dini kabul etmesiyle ve kraliyet hanedanıyla evlilik yoluyla akrabalık ilişkileri kurmasıyla büyük bir saygınlık kazandı ve dini yayma faaliyetlerine girişti. Büyük bir başarı da sağladı ve şöhreti ülke sınırlarını aştı. Fakat Viştaspa’nın ülkesiyle komşu olan Turanlılar, onlar üzerine hücum ettiler ve rivayet edilir ki Zerdüşt, bu savaş esnasında 77 yaşında iken ölmüş ya da öldürülmüştür.

Zerdüşt, kendisini tebliğ hizmetine çağıran tanrıyı “Ahura-Mazda” diye adlandırıyordu ki Ahura “Rab”, Mazda ise “her şeyi bilen, hakim” manasına gelmekteydi. Zerdüşt, bu isimle adlandırdığı Allah’ı “gerçek nizam ve fiiliyatın yaratıcısı ve Rabbi” olarak sıfatlandırmaktadır. Her şeyi bilen ve gören, iyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle karşılık veren O’dur. Ancak iyi ve kötüyü kader olarak önceden takdir etmemiştir. İyi ve kötü mücadelesinde insan iradesi serbesttir.

Ahura-Mazda’ya özel bir vücut isnat edilmez. Onun bir nur, bir alev şeklinde olduğu tasavvur edilir. Ateşin bu nedenle tapınaklarda bulunduğuna inanılır ancak bilinenin aksine ilk dönem tapınaklarında ateş bulunmuyordu. Sasani döneminde bir ikonaklazm hareketi yaşanarak tanrı tasvirleri yok edilmiş ve bu dönemden sonra tapınaklarda bu tasvirlerin yerini ateş almıştır. Yani yaygın olarak inanılanın aksine Mecusiler ateşe tapmazlar. Ateş bir tapınma objesi değil; saflığın, iyiliğin ve temizliğin sembolüdür. Ayrıca İslamiyet’teki gibi beş vakit anlayışı vardır ve bu vakitlerde belirli dualar okunarak ibadet edilir.

Zerdüşt; cennetten, cehennemden ve sırat köprüsü gibi kavramlardan bahseder. Cehennem tasviri oldukça ürkütücüdür. Buna göre karanlık, dar bir yarıkta bir kuyu bulunmaktadır. Bu kuyuda çok berbat bir koku ve üç günün dokuz bin yıl gibi hissedildiği bir yalnızlık duygusu hakimdir.

Bu inançta yasaklı yiyecekler de Yahudilik ve İslamiyet inancına benzerlik gösterir. Dört ayaklı hayvanlar, temiz ve mundar olarak ikiye ayrılır. Çatal tırnaklı olup geviş getirenler, temiz olarak nitelendirilirken toynakları yarık olmayan ve geviş getirmeyenler mundar sayılırdı.

Kur’an-ı Kerim’de Mecusilik, Mekke ve Medine’de bulunan dini gruplar içerisindeki müşriklerden istisna edilerek Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabiilik gibi “Semavi/İlahî” dinler arasında sayılmaktadır. Bu da bize bu dinin tevhidi yönlerinin olduğu ve diğer yönleri ile de sıralanan dinlerle ilgili benzerliklerinin bulunduğunu göstermektedir. Ancak İslamiyet dışındaki diğer tüm semavi dinlerde olduğu gibi zamanla yorum farklarından dolayı yanlış uygulamalar baş göstermiştir. Ayrıca zaten sözlü gelenekle aktarılan ve ancak Zerdüşt’ün ölümünden sonra kaleme alınan ve de çok zor anlaşılan metinleri de bazı eklemeler nedeniyle iyice tahrif olmuştur. Böylece bu tek tanrılı din zamanla bozulmuş, Sasaniler döneminde de düalist (çift tanrılı) bir yapı kazanmıştır.

Bu kadim inanç hakkındaki belki de en ilginç şey ölüler konusundadır. Çok eski dönemlerde ölü gömme adetinin izlerine rastlanmakla birlikte zamanla bu gelenek terk edilmiş, Tibet Budistleri gibi ölüler doğaya terk edilmeye başlanmıştır. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra ceset kirli kabul edilir ve gömmek toprağı, suya atmak suyu ve ateşte yakmak ateşi kirleteceği için bu yollar tercih edilmez. Kişi, ölünce “Dakhme” ya da “Sessizlik Kulesi” adı verilen daire planlı üstü açık yapılara bırakılır. Burada vücutta bulunan etler kurtlar, kuşlar tarafından yenir ve geri kalan kemikler, artık toprağa gömülebilir. Bu ilginç yapılara cesetler gelişigüzel bırakılmaz; erkek, kadın ya da çocuk olmasına göre belli bir hiyerarşik düzene göre yerleştirilir. En dış kısma yani duvara yakın olan bölüme erkekler, onun hemen altına kadınlar, dairenin en iç kısmına ise çocuklar konur. Yakın zamana kadar ölülerin konduğu bu sessizlik kulelerinin kullanımı cesetlerle beslenen kuşlar vasıtasıyla yerleşim yerlerine hastalık yayılabileceği gerekçesiyle Şii İran hükümeti tarafından yasaklanmıştır. Şu an turistik yerler olarak ziyarete açıktır ve en ünlüleri, İran’ın Yezd şehri ve çevresindedir.

Bu inanç hakkındaki ufak bir detayı daha ekleyelim. Zerdüştlük, iyi ve kötünün savaşı konusuyla Türk edebiyatına da yansımış; örneğin Türk edebiyat tarihinin fantastik ve bilimkurgu yansımaları içeren belki ilk eseri sayılabilecek olan Filibeli Ahmed Hilmi’nin Amak-ı Hayal adlı romanında da Zerdüştlüğe değinilmiştir.

Velhasıl Zerdüştlük; Musevilik, Hıristiyanlık gibi semavi dinlerle benzerlik taşıyan çok eski bir inançtır ve günümüzde 60 bin kadar kişi ile en çok inananı Hindistan ve Pakistan’da yaşamaktadır. Ayrıca İran, Avrupa ve Kuzey Amerika’da da Zerdüştler mevcuttur.

Yanlış tanınan bir inanç: Zerdüştlük