Ordan burdan

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sinoplu Diyojen’i gündüz vakti elinde fener Atina sokaklarında dolaşırken görürler. Yanında kendisini asla yalnız bırakmayan sadık köpeği. Meraklı bir Atinalı sorar:

-Hayırdır, güpegündüz elde fener ne arıyorsun?

-Adam gibi adam, diye yanıt verir hazret gülümseyerek.

Bir parça Arapça bilgisi olanlar bilirler. Adam sözcüğü insan anlamına gelir.

Adam aramak ve adamla karşılaşmak ciddi bir meşgaledir ünlü filozof için. Sizlere de bahtınız açık olsun diyelim. Böyle bir ereğiniz var ise eğer.

*

“Hararet nardadır saçta değildir

Keramet baştadır taçta değildir

Her ne arar isen kendinde ara

Kudüs’te Mekke’de hac’da değildir” diyor erenler.

Elbette ki ısı ateştedir. Onu saçta aramak, sadece bir yanılgıdır. İyi elbiseler giymek, değerli aksesuarlar takmak, allanmak pullanmak başka bir deyişle, kişinin bilgi ve keramet sahibi olduğu anlamına gelmiyor.

Temmuz sıcaklarıyla bunaldığımız şu günlerde hem yaşadıklarımıza hem de havaya çok iyi ifade eden bir dörtlük yukarıdaki. Zira insanı yakan sadece hava sıcaklığının yüksek olması değil.

Pek çok kişi olayların nedenini bulup olayı doğru anlamak yerine olayın sonucu ile uğraşır, durur. Ha bire bundan şikayet eder. Aynı olayı yüzlerce kez dener ve her seferinde farklı bir sonuç elde etmeyi umar.

Hal böyle olunca yanlışlar zincirine, her gün bir yeni halka daha eklenir.

“Hem ağlarım hem giderim” hikayesindeki gelin gibidir her şey. Bir kısır döngü.

*

Her şey bu denli sıcak ve bunaltıcı iken, yapılabilir en güzel şey düş kurmak olmalı. Biraz havadan, bir az sudan, bir parça da topraktan katınca düşlerin en güzeline sahip olabilirsiniz. Hatta siz benden biraz daha cömert davranıp üç beş yıldız kocaman bir gökyüzü de koyun. Günler bu denli sıcak geceler de günün sıcaklığını aratmaz iken.

Başınızın üstünde cam gibi bir gökyüzü. Sırtınızı yaşlı bir çınarın gövdesine yaslamışsınız. Çınarın yaprakları rüzgarı süzmede. Hışırtılar bir nağme gibi, önce kulağınıza sonra yüreğinize dökülüyor.

Hemen yanı başınızda bir ırmak. Korkup çekinmeyin. El alem ne der, demeyin. Yapın hemen kağıttan gemilerinizi, salın ak köpüklü maviliklere. Irmakla beraber geminizin büyük denizlere ulaşacağınızı, hayallerinizin gerçek olacağını varsayın er geç.

Az ötede hayıtlar da çiçeğe durmuş. Mor, pembe ve beyaz. Her esintide kokusu siniyor üzerinize. Şırıl şırıl akan suyla beraber akıyorsunuz.

Düşüncelerinizdeki kara bulutlar dağılıyor önce. Sonra hafifliyorsunuz. Kuş gibi. Bir alakarga, belki de bir atmaca. Mavi göklerde kanat çırpıp süzüleceksiniz gönlünüzce.

“Bütün saadetler mümkündür” diyor ya şair. Bütün saadetler mümkün değil aslında. Yeşil bir ağacın kuru bir dalı var. Kızıl bir goncanın dikeni. Sulak bir tarlanın pıtrağı. Bozkırın çakırdikeni. Her şeyin bir kusuru, bir eksiği, hoşa gitmeyen bir yönü var.

Şöyle gazetelere, dergilere, televizyona, sosyal medyaya bir baktığınızda diyorsunuz ki ”Bir kusur olsa”

Bir kusur olsa…

Derler ya deli bir tane olsa balla, baklavayla besle. Giydir mavi atlas, pembe ipek, yeşil kadife. Gezdir başın üstünde. Ancak sorunların çokluğu, insanı derin bir umutsuzluğa itmiyor değil.

Elinize kağıt kalemi alınca bir paragraftan öteye geçen bir hayal bile kuramıyor insan. Hemen zihninize konaklamış bir karasinek vızıldamaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz özenle yaptığınız o kumdan kale yıkılıvermiş.

Saat 01.47

Gece.

Gökyüzü yıldızlı.

Hava sıcak.

Sevgi, dostluk ve umutla…

Ordan burdan