Nereye?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hafta sonu KPSS yapıldı, diğer hafta sonu da pek çok kişi alan bilgisi yeterlilik sınavına girecek, devlet kurumunda çalışabilmek devletin ekonomik gücüne sığınabilmek için…

2010 yılında ayyuka çıkan sınav şaibelerinden sonra bir ümitle bu sınavlara maddi ve manevi anlamda büyük bir külfetle hazırlanan on binlerce genç insanın umarım hayalleri gerçekle buluşur. Sonuçta devlet babaya bağlanmak iyidir…

Devlet kurumu ile hükümet organı, bazıları tarafından sene be sene aynı kavramlar olarak algılandı. Oysa ki devletin belli bir süreliğine temsilini yerine getiren iktidar ve iktidarın siyaseti ile devletin bekası, birbirinden farklılık gösteriyor. Devlet, siyasi partilerin de üzerinde bir mevzu olur ki konu vatanın bağımsızlığı ve devletin bekası olunca partizanlık yaparak sırf bir parti gözlüğünden topluma ayar vermek yanlış olur.

Yekten söylemek gerekirse bu gözler neler gördü! Yolsuzluğun bu kadarını da görmedik, Kızılay’ın adı bile akçeli işlere karıştığı dönemleri yaşadık, yaşıyoruz ama hemen her hükümet zamanı ne badireler atlattık. 2001 ekonomi krizinde olduğu gibi…

Yanlışlıklar, haksızlıklar, kanunsuzluklar o kadar ayyuka çıkmış durumda ki inanın hiç siyasetle ilgilenmeseniz bile az çok toplumun nabzını tutunca ne demek istediğimi size daha iyi anlatmış olacağım sevgili okurum.

Namık Kemal, Tanzimat’tan önce Osmanlı Devleti’nde klasik kurumların yozlaşması sonucu “derebeylik gibi” bir yönetim oluştuğunu yazmıştı. Yozlaşmada kayırmacılığın, kuralları aşındırmanın nasıl vahim rol oynadığını görmek için Koçi Bey’in risalesine göz atmak kafidir.

Koçi Bey, Osmanlı Devleti zamanı yaşamış bir devlet adamıdır. Gençliğinde Rumeli’de Arnavutluk’un Görice (Korçë) kasabasından devşirilerek Enderun Mektebi’ne kabul edilmiştir ve burada eğitim görmüştür. Sultan I. Ahmed (1603-1617)’den IV. Murad’a kadar Enderun’da muhtelif odalarda görev yapmıştır. IV. Murad (1623-1640) devrinde has odaya alındı. Padişahın itimadını kazanarak musahibi ve sırdaşı oldu. Bu sıfatla Bağdat Seferi’ne de iştirak etmiştir.

Kendisinin ilk risalesi, devlet idaresinde gördüğü yolsuzluklar hakkında 1631’da padişaha arz ettiği bir rapordur. Basit ve sıradan olmayan bu rapor için eşsiz diyebiliriz o dönemleri az çok okuduğumuz için. Bu risalede Osmanlı Devleti’nin gerileme sebeplerini I. Süleyman dönemine kadar götürmekte fakat o devirde devletin güçlü olması yüzünden bu zayıflıkların iyi anlaşılamadığını ancak III. Murad döneminde bunların iyice ortaya çıkıp anlaşıldığını ileri sürmektedir. Bu görüşler bazen rakamlarla, bazen hadiselerle, bazen de sert bir üslupta açıklamalar ile izah edilmiş ve ıslahat için görüşler ileri sürülmüştür. Koçi Bey, bu zayıflıkların başta “tımar” sisteminin yozlaşmasına bağlı olduğunu savını ortaya atmış ve daha disiplinli bir ordu ve daha sıkı bir devlet idaresi uygulanmasını çare olarak ileri sürmüştür.

Koçi Bey Risalesi, IV. Murad üzerinde büyük etkiler yapmıştır. O zamana kadar IV. Murad, annesinin tavsiyelerine göre politika uygulamakta iken bu tarihten sonra devlet idaresini tamamıyla kendi eline almış ve Koçi Bey’in tavsiyelerine uyarak ıslahat yapmaya geçmiştir. İçki ve tütünü yasaklamış, kapıkulu askerlerinin elebaşlarını idam ettirmiş, devlet teşkilatında görevini suiistimal edenleri ve ihmalleri görülenleri cezalandırmış, rüşvet, zimmet ve irtikap ile ilişkili olanları azaltmaya çalışmıştır.

Reformist Cevdet Paşa, “devlet-i muntazama” (düzenli devlet) diye çırpınıyordu. Elbette çok mesafe aldık. Bugünkü Türkiye ne kadar aşınmış da olsa anayasal kurumlarıyla, ekonomisiyle bir ‘Orta Doğu devleti’ olmanın ötesindedir fakat 2010’lu yılların başında ulaştığı kurumsal düzeyinden de ekonomik düzeyden de geriye gittiği açıktır.

Türkiye’nin gençleri, bu yüzden gelecek endişesi içinde “yurt dışı”na bakıyorlar. Haksız mıyım?

Bir ayağımız Avrupa’da olduğu için, yakinen bildiğim için yazıyorum bu satırları ancak inanın gönlüm her zaman, her koşulda elbette ki ülkemin, devletimin menfaatlerinden yanadır. Bu işin farklı boyutu, ne var ki duygusal açıdan değil de olayları daha gerçekçi olarak değerlendirmek gerektiğinin idraki içinde olmak zorundayız.

Güç gösterileriyle, hamasi söylev ve konuşmalarla günü kurtarabiliriz. Birkaç milliyetçi fanatik taraftarımızın gururunu okşarız, sevgisini köpürtürüz. Hepsi bu kadar. “Ya sonrası için ne sunacağız?” sorusunu samimice devlet politikalarımıza adım atmadan önce sormak zorundayız.

“Bütün dünya bize düşman” edebiyatını başkanlık sistemi referandum sürecinden bu yana duyuyoruz. O zamanda da gazetemiz Küçük Menderes’te hemen her gün köşe yazıyordum. Siyaseti eleştirmek ve eleştiri yazısı yazmanın zorluğunu yazının ustaları çok iyi bilir.

Selim Şahan üstadımız, “Tebrik ederim, her gün yazdınız, uyarılarınızı yaptınız” demişti.

Ne demek… Gücümüz yetene kadar ilmimizin, irfanımızın zekatını vermeye gayret edeceğiz particilik partizanlık yapmadan…

“Nereye?” sorusunu önce kendi benliğimize sorarak yola revan olmaya, bu vatan uğruna gayret etmeye siz de var mısınız?

Nereye?