Küçük Menderes Nehri ölürse…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Deprem ve Suriye krizi derken hop ‘Koronavirüs’ krizi…

Daha düne kadar ‘ciddi bir şey yok’ denilirken hop okullar bile tatil… Haftada dört gün yazmak kolay değil. Bugün tembellik etmek istedim. 22 Ekim 2018 tarihli ‘Başkan adayları ve Küçük Menderes’ başlıklı yazımı, hatırlatma amaçlı yeniden gündeme alayım ben de. Bazen tembellik siniyor üstüme.

**

Eylül ayının başında tur şirketlerinin GAP bölgesi olarak ifade ettikleri, Adana’dan başlayıp Urfa’ya kadar uzanan bölgeyi gezdim. Bizde Güneydoğu Anadolu Projesi olarak anıldığı için kısa adı GAP olarak adlandırılan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en eski adı, bilindiği gibi Mezopotamya’dır. Mezopotamya, kısaca ‘ırmaklar yurdu’ anlamına gelir. Türkiye’den doğup Basra Körfezi’nde denize dökülen Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı düzlük alanlar; göç yollarının üzerinde bulunması, topraklarının verimli olması, ikliminin elverişli, ırmaklarının da sulamaya elverişli olması nedeniyle tarihsel dönemlerin başından itibaren birçok uygarlıklara sahne olmuş. Tabi savaşlara da… Bilindiği gibi bu savaşlar halen devam etmektedir. Tabi eskiden ırmak ve verimli ova için savaşan insanlar, son yüzyılda petrol kaynakları için savaşmış.

Araplar, Farslar, Kürtler ve Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgenin güneyinde bilindiği gibi İran ve Irak ülkeleri vardır.

Dağlar, nehirler, ovalar ve çöller… İç içe geçmiş…

Doğu Anadolu’daki karlı dağlardan doğup Güneydoğu Toroslardaki kar ve yağmur sularıyla kabaran Dicle ve Fırat, Bağdat yakınlarında birbirlerine çok yaklaşır ve Irak’ın Kurne şehrinde birleşirler. Burada birleştikten sonra Şattü’l Arap ismini alan nehir, Basra Körfezi’nden denize dökülür. Gidip görmedim ama coğrafi anlamda edindiğim bilgilere göre nehirlerin oluşturduğu dar toprak şeridinin iki yanı çöldür. Dicle ve Fırat’ın sürükleyip getirdiği topraklar, Mezopotamya’nın güneyinin çok verimli olmasına neden olmuş.

Irak’ın adı da yine bu iki ırmaktan ortaya çıkmış. Arapça “iraḳayn”, ‘iki nehir’ demekmiş.

Diğer komşumuz İran’ın adı da Farsça “Aryan” sözcüğünden geliyormuş: “Aryanların ülkesi”. İran’ın adı, 1935’e kadar dünyada Persiya olarak biliniyormuş. Fransızca ‘La Perse’, Almanca ‘Das Persien’ vb.

Son dönemde Persiya ve İran adları, karışıklığa ve ülke içinde bazı tepkilere neden olsa da bugün eski Perslerin veya Farsların yaşadığı ülkenin adı bugün İran olmuş.

Dil bilimi eğitimi aldığım ve edebiyat öğretmeni olduğum için ister istemez kelimelerin kökeni ilgimi çeker.

Örneğin biz Hollanda deriz ama İngilizce ve Almanca gibi batı dillerinde ‘Nederland’, Fransızca’da ‘Le Pays Bas’ olarak telaffuz edilen ülkenin adı da ‘alçak ülke’ anlamındadır.

Alçaklığı, deniz seviyesinden düşük olmasından gelir.

Dağlar, ovalar ve nehirler, ülkeler için önemlidir. Özellikle nehirler su kaynaklarıdır. Su hayattır.

Türklerin anayurdu olarak öğrendiğimiz bugünkü Moğolistan sınırları içindeki Ural ve Altay adları da dağ adlarıdır: Ural-Altay dağları.

Orhun ve Yenisey de ırmak adlarıdır.

Batıya göç etmeden önce devlet olan Göktürkler ve Uygurlar, bu bölgelerde yaşamışlardır. Türkçenin bulunan en eski belgeleri, bu bölgedeki taşlara kazınarak yazılmıştır.

Su, hayat demektir.

Bölgemizin adı, Kiraz’dan doğup Selçuk’ta Ege Denizi’ne dökülen Küçük Menderes Nehri’nden gelmektedir. Fakat artık dökülmüyor!

Neden dökülmüyor çünkü başta Beydağ Barajı olmak üzere onu besleyen diğer dereler tutulmuş durumda. Bu tutma ve baraj oluşturma durumları, zaman içinde bölgenin ikliminin ve ekolojik dengesini değiştirecek, belki de incir, zeytin, kestane ve ceviz gibi bölgesel ağaç ve bitkilerin bozulmasına neden olacaktır.

Bölgede yavaş yavaş rüzgar enerji santralleri kurulmakta, jeotermal kaynak araştırmaları basına yansımaktadır.

Özellikle Ödemiş belediye başkanı olacak kişilerin bu konuları gündemlerine almaları gerekiyor.

Bence belediyeler, artık yol ve su gibi altyapı hizmetleri ile park ve kaldırım gibi üst yapı hizmetlerinden daha fazlası ile ilgilenmelidir.

“Şuraya stat yapılsın, buradaki park yenilensin” gibi rutin projelerin yanında bölgenin geleceğini ilgilendiren daha kapsamlı araştırmalar da belediyelerin ilgi alanına girmelidir.

Bölgenin sorunlarını en iyi bölgede yaşayan insanlar ve onların yarı sivil yarı resmi örgütü olan belediyeler bilmeli ve ekolojik dengeyi korumak için mücadele etmelidirler.

Bölgemizdeki altın madeni ile ilgili yapılmak istenen ÇED süreci öncesinde Havza-Plat olarak bir köy kahvesinde vatandaşları bilgilendirirken muhtar, gelenlerin nereli olduklarını sormuştu.

Ben de tek tek gelenleri tanıtmış, ağırlıklı olarak devletten maaş alan yerli insanlar olduğunu söylemiştim. Muhtar kuşkulu idi.

Muhtara dedim ki: “Ben öğretmenim, eşim de hemşire. Biz buradaki doğal denge bozulursa başka yere tayin ister, görevimizi orada sürdürürüz ama siz bu topraklara bağlı köylüler olarak başka yere gidemezsiniz. O yüzden bu topraklara ve su kaynaklarına bizden daha çok sahip çıkmak zorundasınız.”

Küçük Menderes Nehri ölürse ova da ölür, tarım da ölür, hayvancılık da ölür.

Ben, hangi partiden olarsa olsun belediye başkan adaylarının bu konudaki projelerini dikkatle takip edeceğim. Siz de öyle yapın…

**

2020 notu: Küçük Menderes, barajda boğuldu!

Küçük Menderes Nehri ölürse…