Kahve ve kahve kültürü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Çay gibi günlük hayatımızın önemli parçası haline gelmiş bir diğer içecek, tabii ki kahvedir. Kahve çekirdeklerinin ilk olarak kahve bitkisinin kendiliğinden yetiştiği Etiyopya’da 9. yüzyılda kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır ancak kahve tarımına ilk olarak 11.- 14. yüzyıllar arasında Arabistan’ın güney kesimlerinde ve Yemen’de başlanmıştır. Arapça “kahwa” kelimesi, Güney Habeşistan’ın yüksek yaylalarından biri olan Kaffa’ya dayandırılmıştır ve neredeyse tüm dillerde “kaffe”, “kafeo”, “kawa”, “coffee” gibi birbirine çok benzer şekillerde adlandırılır. Günümüzde “arabica” ve “robusta” adlı iki önemli kahve türü yetiştirilir. Arabica, daha kaliteli ve yumuşak içimlidir. En çok Orta ve Güney Amerika’da olmak üzere dünyada en fazla yetiştirilen kahve türüdür. Robusta ise daha sert içimli olup Afrika, Hindistan, Filipinler ve Endonezya’da yetiştirilir.Kahvenin bu kadar ünlü olmayan yumuşak içimli “kaveria” ve sert içimli yabani bir kahve türü olan “liberica” adlı çeşitleri de vardır fakat bunlar, dünya kahve gereksiniminin ancak %1’ini karşılar.

Kahve çekirdekleri, elle toplanarak hasat edilir. Çekirdeklerin üzeri, kiraza benzeyen yumuşak bir meyve ile kaplıdır. Bunlar büyük işletmelerde makinelerle ezilip mayalanmaya bırakılır, böylece daha sonra çekirdek meyve kalıntılarından ayrılarak kurutulur ve işleme alınır. Küçük üreticiler ise meyveleri güneşte kurutup bu şekilde çekirdekleri ayrılmak üzere fabrikalara gönderirler. Bu iki işlemden ilkinin uygulandığı kahveler yumuşak içimli olurken ikinci işlemin uygulandığı kahveler ise daha sert olurlar.

Kahve, ilk zamanlarda Yemen’de çeşitli tarikat şeyhlerince zikirler sırasında uyanık kalabilmek için kullanılmaktaydı. Yemen’den gelen hacılar tarafından Mekke’ye tanıtılmış fakat daha sonra bir yasakla karşılaşmıştır. Oradan Kahire, Şam ve Halep’e geçmiş, daha sonra yine hacılar tarafından İstanbul’da kısmen tanınmış; Kanuni Sultan Süleyman zamanında artık geniş bir kesim tarafından bilinir olmuştur. İlk kahvehane de yine bu dönemde 1554’te Tahtakale’de açılmıştır. 1511’de Mekke’de, 1532-33 yıllarında Kahire’de ve IV. Murat zamanında Osmanlı topraklarında olduğu gibi bazen çeşitli yasaklara maruz kalsa da zamanla bu yasaklar aşılmış; alkol kullanımını yasaklayan İslam kültürü; alkol içermeyen, insanı uyuşturmayan, aksine insanı uyarıp zihni açan bu içeceğe sahip çıkarak onu hayatına, adetlerine dahil etmiştir. Aslında yasaklar, daha çok insanların düzene karşı yaptıkları politik sohbetlerin, örgütlenmenin ve ahlaksızlığın mekanı olarak görülen kahvehaneler nedeniyle getirilmekteydi.

Yasaklara rağmen geleneksel hale gelen Türk kahvesi, hazırlaması, pişirilmesi, sunumu ve bunlar için kullanılan araç gereç, kap kacağıyla ayrı bir kültürdür. Bu yüzden kökeni Türkiye olmamasına rağmen kahve, Türkiye ve Anadolu ile özdeşleştirilmiştir. Türkler tarafından yaratılan bu kültür, topraklarımızı ziyarete gelen yabancı seyyahları da etkilemiş ve seyahatnamelerinde bu konudan da bahsetmişlerdir. Fransız gezgin Jean de Thevenot bunlardan biridir. Hıristiyan fanatiklerin karşı çıkmasına ve bazı kimselerin sağlığa zararlı diyerek muhalefet etmesi nedeniyle başlangıçta çekinilerek yaklaşılsa da Avrupalılar, kahve alışkanlığını Türklerden alıp benimsemiş ve daha sonra kendi kahve kültürlerini geliştirmişlerdir. İlk olarak tüccarlar vasıtasıyla Venedik’e ulaşan kahve, buradan Avrupa’ya yayılmış, 17. yüzyılın ortalarında Avrupa’da da kahvehaneler açılmaya başlamıştır. 17. yüzyıl sonlarında Hollandalılar tarafından Sri Lanka’ya, Endonezya’nın Cava Adası’na ve Amerika kıtasına götürülmüş ve buralarda da kahve üretilmeye başlanmıştır. Ardından Fransızlar da kahveyi Bourbon, Karayipler ve Antil adalarına götürdüler. Bu gelişmelerle birlikte eskiden kahve tekeli sadece Yemen’in elinde iken 19. yüzyılın ortalarında Yemen’in dünya kahve üretimindeki payı, %1’e düşmüştür.

Doğu’da kahveyi şekersiz olarak içmek adetti. Doğuluların kahve içme tarzları Avrupalıların, özellikle Fransızların merakını kabartıp onları büyülemişti. Bu nedenle kahve içilen mekanları ilk başlarda Doğu tarzında dekore etmişler, hatta kahve ve tütün içerken Doğu tarzı kıyafetler giyerek bu şekilde keyif etmişlerdir fakat bir süre sonra kahve içimini kendi zevklerine uydurarak içine şeker ve süt eklemişlerdir. Böylece zamanla dünyadaki birçok ülke ya da bölgede kendi damak zevklerine göre bir kahve kültürü oluşmuştur. Örneğin İtalyanlar, sert bir kahve olan espresso ve krema ya da süt köpüğüyle yumuşatılmış bir espresso türü olan capuccino içmekten hoşlanırken Meksikalılar, tarçın çubukları ile toprak kaplarda demledikleri “cafe de olla” adlı kahveyi severler.

Endonezya’nın Sumatra adası ve çevresindeki diğer adalarda “kopiluwak” adında bir kahve üretilir ki bu, dünyanın en az üretilen ve en pahalı kahvesidir. Bu kahve, adalarda yaşayan bir palmiye misk kedisinin yediği ve daha sonra dışkıladığı kahve çekirdeklerinin dezenfekte edildikten sonra kavrulup paketlenmesiyle piyasaya sürülür. Bahsedilen hayvanın sindirim sistemi, aslında kahveyi sindirmeye uygun değildir ve hayvan yediği sert kahve çekirdeklerini aynı şekilde dışkılar fakat hayvanın sindirim sistemindeki enzimlerle çekirdekler fermantasyon geçirerek değişik bir aroma ve lezzet kazanır, acılığı gider ve çikolata benzeri bir tat alır. Bu kahvenin kilosu, 350-500 dolar arasındadır. Yine fillere yedirilerek onların dışkısından elde edilen ve “blackivory” (siyah fildişi) adı verilen kahve de oldukça iyi fiyatlara satılmaktadır.

Kahve tüketimi, ilk baştan beri sağlık konusunda tartışmalara da yol açmıştır. Kimi hekimler, çokça kavrulduğu için kahveyi sağlığa zararlı bulurken kimileri bazı faydaları olduğunu ancak yalnızca tıpta kullanılması gerektiğini savundu. Kimileri de birçok hastalığa özellikle mide ağrılarına, göz enfeksiyonlarına, soğuk algınlığına, bazı uyuz türlerine iyi geldiğini ve ciğerleri güçlendirdiğini ifade ettiler. Günlük yaşantımızda da kahvenin bazı küçük tedaviler için ilaç yerine kullanıldığını görürüz. Fenalık geçiren kimseye kahve koklatılması ya da yalatılması veya midesi bulanan kişiye kahve ve limon karışımı içirilmesi bu küçük tedavilere örnek verilebilir.

Kahve, sanatçıları da etkilemiş ve tutkunları arasına katmıştır. Alexander Dumas, Andre Gide, Moliere, Victor Hugo, Pierre Loti ve Beethoven bunlardan bazılarıdır. Fransız yazar Honore de Balzac ile filozof ve yazar Voltaire’in ise kahveye aşırı şekilde tiryaki oldukları, günde elli fincandan fazla kahve tükettikleri söylenir. Ünlü besteci Johann Sebastian Bach ise bu içeceği sevmekle kalmamış, kahveye olan tutkusunu “Kahve Kantatı” ile notalara dökmüştür. Kahveyle ilgili yirmi binden fazla kitap ve makale yazılmıştır.

Günümüzde kahvenin az öncede bahsi geçen espresso, amerikano, macchiato, latte ve benzeri birçok çeşidi vardır. Nescafe olarak bilinen suda çözünebilir kahve ise arabica ve robusta harmanından hazırlanır. Kahve yüksek basınç altında suyla özütlenir, elde edilen bu sıvının suyu buharlaştırılarak katı taneler halindeki hazır kahve elde edilir. Dünyada en çok kahve tüketilen ülkeler Finlandiya, Norveç, İzlanda, Danimarka ve Hollanda’dır. En az tüketenler ise İngilizler ve Ruslardır çünkü kahveden çok çaya düşkündürler.

Velhasıl içeriğinde kafein adlı uyarıcı bir madde bulunan, faydaları olduğu gibi yüksek miktarları insanda çarpıntıya ve uykusuzluğa yol açan bu madde, yüzlerce yıldır hayatımızın içindedir. Sanatı etkilediği gibi kendisinden bizzat sanat da yapılır ki günümüzde renk tonları kahvenin kat kat uygulanmasıyla oluşturulan tablolar, oldukça iyi fiyatlara alıcı bulmaktadır.

Kahve ve kahve kültürü