Nur topu tartışmalar

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

BAROLARI BÖLMEYİN

Biz bir konuyu bir hafta tartışır, daha sonra başka konuya geçer, öncekini de unuturuz. Bazı illerde birden fazla baronun kurulmasına yol açabilecek ‘çoklu baro’ düzenlemesi, son dönemde en çok konuşulan konuların başında geliyor. Hani derler ya! Nur eksikti de topu gibi yeni bir tartışma konumuz oldu. Düzenleme isteği barolardan gelse belki bir nebze anlaşılır olacak da meclisten gelmesi, “Neden?” sorusunu sorduruyor.

Baro kelimesi, Türkçeye Fransızcadan geçmiş. Baro, avukatların kayıtlı olduğu ‘kamu kurumu’ niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Bir anlamda oda gibi. Tabipler Odası, Mimarlar Odası, Demirciler Odası gibi… Türkiye Barolar Birliği de illerdeki bütün baroların katılımıyla oluşan üst meslek kuruluşu. Özetle baro, avukatların kendi örgütü demek. Avukatlık mesleğini yapabilmek, mesleki erdemlilik ve dayanışmayı korumak, avukatlığın genel yararlara uygun olarak gelişmesini sağlamak amacıyla kurulan, tüzel kişiliğe sahip, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu. Mali ve idari açıdan da denetime açık…

Bir ilde tek vali, tek belediye başkanı, tek milli eğitim müdürü varsa bence bunların sivil örgütlenmeleri de tek olmalıdır. Çoklu baro demek, her partinin sempatizanının kendi barosunu kurması demektir. Tıpkı sendikalarda olduğu gibi. Bakın sendikalar bin bir parça… İşveren veya patrona karşı tek yumruk olamıyorlar. Bu, kimin işine geliyor? Tabii ki işverenin…

Meslek örgütleri, yapıları gereği hükümette hangi parti olursa olsun iktidara mesafeli örgütlerdir. Öyle olmak durumundadırlar.

Uzatmayalım. Barolar, demokrasiye gönül vermiş avukatların aktif oldukları sivil toplum ya da demokratik kitle örgütleridir. Bu yüzden de siyasallaşmış örgütlerdir.

Özetle ‘çoklu’ baro; Müslüman avukatlar, milliyetçi avukatlar, liberal avukatlar, cumhuriyetçi avukatlar, sosyalist avukatlar ve dinsiz avukatlar gibi grupların kendi aralarında baro kurmasına yol açacak bir girişimdir.

Bana sorarsanız, eğer bazı baroların “Yükümüz çok fazla” şikayeti varsa ‘her adliyeye bir baro’ örgütlenmesi tercih edilebilir.

SİVAS MADIMAK

‘unutMADIMAKlımda’

27 yıldır kanayan yara, bir türlü kapanmadı. Unutulmadı demiyorum, kapanmadı. Unutmak elbette mümkün değil ama yara kapanabilirdi belki!

Önce, Sivas katliamı denildiğinde hemen başka katliam örnekleri verip “Neden bunları da anmıyorsunuz?” şeklinde saldırıya geçenlere birkaç cümle yazmak istiyorum.

Kimsenin sözcüsü değilim ama şahsen ben, fırsatım olduğunda ‘haksız, hukuksuz ve canice’ yapılan bütün katliamlara tepki veriyorum… Örneğin aynı türden değil ama Başbağlar ya da Hocalı gibi…

Madımak katliamı, bir ilin hatta bir ülkenin gözü önünde gerçekleştirilen taammüden adam öldürme cinayetidir. İkisi otel müşterisi, 33’ü Pir Sultan Abdal Şenliği konuğu olmak üzere 35 savunmasız insan ve sanatçı, canice katledilmiştir. Yanarak ölenlerden ikisi de ‘cennet cehennem aşkına’ kendini kaybeden canilerdendir.

Olayın ayrıntılarına girmeyeceğim. İsteyenler, ayrıntıları öğrenebilirler.

Benim değineceğim konu, bazı medya organlarında sanıklara ‘mağdur’ veya ‘yiğit’ denilmesi. Olayın 27 yıldan bu yana sonuçlandırılmaması, varsa provokatörlerin tespit edilememesi ve “Evet, bu bizim tarihimizin kötü bir anısıdır” diyerek otelin ‘utanç’ müzesine çevrilmemesidir. Sanıkların kendilerini savunmaları, elbette evrensel bir haktır ama dava çıkışlarında zafer kazanmış ordu komutanı edasıyla yaptıkları el işaretleri ile avukatlarının bir partide öbeklenmiş olmaları, insanın canını yakan bir başka yönüdür.

Nur topu tartışmalar