Hayatın rengi

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hiç renklerin ardına düştünüz mü hayatınızda? Kovaladınız mı bir rengi? Hangi renkler sizi daha çok etkiledi, bunu düşündünüz mü?

“Bu da nereden çıktı?” demeyin, şöyle bir düşünün, düşünsel bir yolculuğa çıkın ister gerilere doğru isterse içinize doğru. Mutlaka karşınıza renkler çıkacaktır. Belki bir balonun kırmızısıyla, belki bir çağlanın yeşiliyle ya da bir pamuk şekerinin pembesiyle…

Çocukluğuma dair bir oyun canlanıyor usumda. Yapıldığı tarih bile bilinmeyen, oldukça yüksek tavanlı evimizin toprak bacasındayız. Rumlardan kalma mıydı o ev bilmiyorum. Samanlık ve ahırda yer alan koca koca merteklerle desteklenmişti bina. İçinde tulumbası vardı. Samanlığın hemen bitişiğinde ise bir fırın vardı. Her neyse, fırının üstünden evin toprak damına dayalı bir merdiven vardı ve biz çocuklar oraya tırmanır, kenarda ayaklarımızı sarkıtıp otururduk. Düşmekten de korkmazmış mıyız ne? Şimdi olsa hayatta yapamam. Transit yolun hemen dibindeydi evimiz. Evin önünde, evi yoldan ayıran tahtadan yapılmış yüksek bir perde vardı. Yolu göremediğimiz için belki de yukarı tırmanırdık. Ağaç perdenin yola açılan kapısı yanında koca bir akasya ağacı vardı ve onun üzerinden yolu izlerdik. Babam, ona da bir pota takmıştı biz çocuklar oynayalım diye. Tırmanıp oturduğumuz yerde herkes bir renk tutardı ve beklemeye başlardık. Kimin renginde araba daha çok geçecek diye. Sürenin hiç önemi yoktu, biz sıkılıncaya kadar oyun sürüp giderdi. En çok kimin seçtiği renkte araba geçerse o günün birincisi o olurdu. Çocukluk işte, her şeyi oyuna çevirebiliyor o çağda insan. Ben hangi rengi daha çok tutardım onu anımsamıyorum. Ama her mevsimde bir rengim vardı, bunu biliyorum. Kış, elbette beyazdı hepimiz için. Bir sabah beyaza uyanıverirdik hep birlikte ve aylarca rengimiz değişmezdi. Şimdilerde artık o da yok. Ağaçların birer birer beyaz hayaletlere dönüşmesi, her birinin ayrı bir güzellik sergilediği de yer etmiş belleğimde…

Baharda önce pembeydi rengim, ağaçlar çiçeğe durdu mu uçuk pembe bir ton yayılırdı mevsimin üstüne, sonra yeşil bir düşe dönüşürdü…

Bir de mor. Bahçenin en kuytu yerinde açan menekşelerin renginden önce kokusu cezbederdi. Onlar da yitirdi sanki kokularını. Cumartesi Pazarı’nda gördüm bir demet kır menekşesi. İçimde sanki bir şeyler kıpırdandı ve bir anda gidiverdim o kuytu köşeye. Beynimizin bir anda, hayal hızıyla bir yerden başka bir yere taşıma gücü var insanı.

Sonra yaza kayarken mevsim, kırmızı olurdu rengimiz. Hani dalındaki kirazların tadına doyamazdık. Dedim ya, çocuktuk. Her tarafta açmış gelincikleri oyuncak yapardık kendimize bu defa. Gelin olurdu ellerimizde ve ellerimizi de kınalardı usul usul. Sonra çilekleri seçerdik yeşiller arasından. Ne kadar şanslıymışız da farkında değilmişiz.

Gönlünü yaza düşürünce mevsimin yüzü sarıya dönerdi. Kayısılar yer ederdi hayatımızda. Günlerce toplanan kayısıları güneşte kuruması için yarar, çekirdeklerinden ayırırdık. Çoğu zaman sıkıcı gelirdi bu iş bize. Tek düze olduğu için…

Sonbaharın rengi pek çoktu. Sarısı, turuncusu, kırmızısı, kahvesi… Gönlünüzü hangi renge düşürürseniz onu görürdü gözünüz.

Okul bazında bakınca ise ilkokul siyahtı, ortaokul lacivert, lise kahverengi. Gittikçe çoğalttım renkleri hayatımda. Tekdüze kalmasın diye. Sizin de renkleriniz oldu mu hayatta?

mavi sarıyla kucaklaşınca

yeşerdi her taraf

kırmızı beyazın elini tutunca

pembeye boyandı dünya

güneş damlayla buluşunca

renklere doydu gökyüzü

renklerle bakınca dünyaya

renkleniverdi dünya…

Hayatın rengi