GELECEĞİ BEKLEMEYİN, ANI YAŞAYIN

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gelecekten bir beklentimiz olmasa yine de geleceği bekler miydik? Beklentimizin olmadığı bir gelecek, kötü müdür yoksa iyi mi? Sürekli geleceği bekliyoruz yoksa aslında beklediğimiz ölüm mü?

Hepimizin hayattan öyle ya da böyle mutlaka bir beklentisi var: Büyümek, reşit olmak, okulumuzu bitirmek, iş sahibi olmak, askere gitmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, ev, araba, yazlık almak. Hayattan saymakla sonunu getiremeyeceğimiz kadar çok ve çeşitli beklentilerimiz var. Adı üstünde, hepsi birer beklenti sadece; gerçekleşme olasılıkları var ancak gerçekleşme garantileri yok.

Hayatımız, hep bir şeyleri beklemekle geçmektedir. Onlarca beklenti arasında “Şimdiye nasıl odaklanabiliriz?” sorusunu pek soran yok. Göz göre göre ikinci defa elde etme olasılığımızın asla mümkün olmadığı şimdiki an, ellerimizin arasından kayıp gidiyor. Öyle ki, yaşayamadığımız ancak ileride pişmanlığını duyacağımız bu anların farkında bile olamıyoruz. Sanki birileri bizi efsunlamış da kendimizde değilmişiz gibi Pamuk Prenses misali büyüyü bozacak birilerinin gelip bizi öpmesini bekliyoruz. Ancak bu esnada farkında olmadan bizi öpen öpene açıkçası.

Bir işyerinde belli bir ücret karşılığı çalışanları aklınıza getirin; çoğu zaman şimdiyi düşünmezler. Bir sonraki aya kadar ellerindeki maaşla nasıl geçinebileceklerini sürekli hesaplarlar. Zaten borçları dağıttıktan sonra elde avuçta bir şey kalmaz genellikle. O an yaşanan tek şey budur. Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kenara üç beş kuruş atabilmenin heyecanını ve mutluluğunu ya da eksik kalan farkı nasıl kapatabileceklerinin sıkıntısını yaşarlar. Genel olarak düşündükleri şey, elde edecekleri aylık gelirleri biriktirerek ileride neler yapabilecekleridir. Yaşlandıklarında para vermeden hastanede tedavi olabilmenin mutluluğudur en büyük mutlulukları.

O kadar çok geleceğe odaklı yaşamaya alışmışız ya da alıştırılmışız ki! Mutluluğun hep ilerlerde bir yerlerde olduğuna inanırız. Her zaman mutluluğun peşinden koşmamız öğretilmiştir bize. Az, bizi asla mutlu edemezmiş ninnileriyle büyürüz. Sürekli biriktirmemiz gerekirmiş der durur ailemiz, dostlarımız, öğretmenlerimiz ve diğer herkes. Yok şöyle ya da böyle yapmalıymışız. Hep birilerinin bize ne yapmamız gerektiğini söylediği bir gelece koşar dururuz. Sonra da derler ki; her koyun kendi bacağından asılır diye! Boynundaki ipi başkalarının elinde olan koyunun kendi bacağından asılması biraz enayilik olmuyor mu sizce de? Yazık değil mi o koyuna?

Yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda göreceğiz ki; hayatımız beklentilerimiz ve düşlerimizin gölgesinde yaşanmadan geçmiş gitmiş. Yıllar boyunca içinde bulunduğumuz anı değil de başkalarının önümüze koyduğu mutluluk simgelerini yaşama olasılığını arzulamışız.

Ömrü boyunca eline sadece bir kitap alıp onu da yarım yamalak okuyup karşımıza alim diye çıkan sayısız insanların bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yaşamadığı şeyleri yaşamış gibi detaylandırarak anlatan, kendi yalanına kendisi bile inananlar, dört bir yanımızı sarmış.

Ne yazık ki, dünyaya bir defa geliyoruz. Hatalarımızdan ders çıkaracağımız ikinci bir yaşama sahip değiliz. Yaşadık yaşadık, yaşayamadık tekrarı yok maalesef bu filmin. Yaşam, birkaç cana sahip olduğumuz bir bilgisayar oyundan ibaret değil. Anı yaşayalım bize yeter. En önemlisi de bu zaten.

GELECEĞİ BEKLEMEYİN, ANI YAŞAYIN