6 Mayıs 1972

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

48 yıl önce idi. Genç bir öğretmendim. O zamanlar evlerde televizyon yoktu. Haber dinlemek için radyomu açtığımda spikerin üzgün bir ses tonuyla anlattığı “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın infazlarının Ankara-Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirildiğini” öğrendim. Kalbime bir kurşun saplanmış gibi oldum, gözlerim doldu birden. Rahmetli İsmet İnönü’nün tüm çabalarına karşın idam kararlarının infazı durdurulamamış, 12 Mart’ın olağanüstü sıkıyönetim koşullarında mecliste onanmıştı ama hala idamların durdurulması için bir mucize bekleniyordu. Olmadı, öfke aklın önüne geçti.

Neydi bu genç insanları idama götüren suçları? Adam mı öldürmüşlerdi? Toplu katliam mı yapmışlardı? Ülkeleri aleyhine casusluk, vatan hainliği mi yapmışlardı? Hayır, hiçbiri değildi.

O dönem yürürlükte olan ve Faşist Mussolini İtalya’sından alınan ceza kanunun meşhur 141-142 ve 146. maddelerine göre sözde “Bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde tahakkümünü sağlamak için anayasal düzeni zorla değiştirmek”, anayasayı “tağyir, tebdil ve ilga” etmekle suçlanarak sıkıyönetim mahkemesinde yargılandılar.

O dönemdeki hukuka göre bile suçun maddi ve manevi unsurları oluşmadığı halde 12 Mart 1970’in olağanüstü koşullarında, siyasi kinle bu üç fidan idam cezasına çarptırıldılar. Adil bir yargılama yapılsa kesinlikle bu sonucun çıkmayacağı açıktı. İşte bu yüzden aradan yıllar geçtiği halde toplum, bu üç fidanı unutmuyor. Her 6 Mayıs’ta fotoğraflarını ve isimlerini bayrak yapıp onları anıyor, savaşımlarını örnek alıyor.

Peki kimdi ve ne istemişti bu genç adamlar?

Üçü de orta halli aile çocukları idi. Zeki çocuklardı. O dönemde kazanılması çok zor olan İstanbul Hukuk Fakültesi’ne ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne girmeyi başarmışlardı. İsteseler çok iyi bir avukat veya mühendis olup lüks bir hayat sürdürebilirlerdi.

Ama onlar, ülkelerini ve emeği ile geçinen işçileri, köylüleri, esnafları, çok seviyorlardı. Yoksul halkın tok insanları olmak istemiyorlardı. Ülkemizin 1950’li yıllardan sonra Amerikan emperyalizminin sömürüsü altına girdiğini görüyorlar; emperyalizmin sömürüsünden kurtulmadan, ülke tam bağımsız olmadan insanlarımızın mutlu olamayacağını inanıyorlardı. Bunun için Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi emperyalizme karşı yeniden bir bağımsızlık savaşı verilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Sloganlarında “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği, yaşasın işçiler, köylüler, kahrolsun emperyalizm” diye haykırıyorlardı.

Savunmalarını rahmetli Halit Çelenk yapıyordu. Halit Abi, TÖB-DER’in de hukuk bürosu başkanıydı. 12 Mart faşizminin hışmına uğrayan öğretmenlerimiz için çok emek vermiştir. Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nde meşhur 141-142’den 8.5 yıl hapis istemi ile yargılandığım davada benim de avukatlığımı üstlenmiş ve beraat ettirmişti. Onu da burada rahmetle ve saygı ile anıyorum.

O yıllar, TÖB-DER’in genel merkez yönetim kurulu üyesi ve Bolu-Adapazarı illeri temsilcisi idim. İnfazdan sonra bir gün bize o geceyi anlatmıştı. İnfazın hukuka aykırı bir şekilde uygulandığını, orada bile işkence yapıldığını, yaptıkları tüm itirazların savcı Ali Elverdi tarafından reddedildiğini, Deniz’in asılışının Yusuf ve Hüseyin’in gözü önünde yapıldığını, hepsinin korkusuzca idam sehpasına çıktıklarını, “Ben, ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Siz, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz, siz Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın işçiler, köylüler, yaşasın devrimciler, kahrolsun Faşizm” diyerek tabureyi kendi ayakları ile ittiklerini anlatmıştı. Halit Abi’yi dinlerken kanımız donmuştu.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, bağımsız bir Türkiye için mücadele verirken Amerikan emperyalizmine ve Amerika’ya karşı da mücadele veriyorlardı. Hayali bir suçlama ile yargılandılar. 12 Mart 1970 yılının olağanüstü, sıkıyönetim koşullarında bu idam cezaları oldu bitliye getirilerek hukuksuz bir şekilde uygulandı ama toplum vicdanında hiçbir zaman karşılık bulmadı. Bu gün “Oy ne olaydım, ne olaydım / Okuryazar olaydım / Deniz mahkemeye düşmüş / Avukatı ben olaydım” diye ağıtlar yakılıyor, türküler söyleniyorsa bundan sonra da bulmayacak.. Saygılarımla…

6 Mayıs 1972