YAZIYA İLK GİRİŞ VE YAZAR TIKANMASI

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“İşin özü” diye başlamak bir yazıya… Sizi bilmem ama en son söylenecek lafı en başta söylemek değil de nedir? Bazı yazılar kendi giriş sözünü yazarın uyanık bir anında ona anımsatır. Yazar, bunu alnına düşen minik bir yağmur taneciği gibi algılarsa eğer oturup o damlacıktan göl oluşturmaya koyulur. Ne büyük bir hayal oysa!

Yazıya başlamanın zorluğunu bu işe emek verenler iyi bilir. Her gün aynı ibriği yapan bakırcı ustasından çok daha ustalık ister bir yazıya en uygun sözcükle başlamak.

Örneğin Kemal Bekir, Unutmamak adlı biyografi kitabına, “Elimde sıkıca düğüm atılmış bir bohçayla İzmir’in Alsancak Garı’nda trenden indim. Denizi ilk kez görüyordum.” diye başlar.

Mehmet Eroğlu, Geç Kalmış Ölü adlı romanının girişine, “Şilebin ilk düdüğünün üzerinden on beş dakika geçmiş. Gül’ün çığlıkları beni yatağa mıhladı sanki; kımıldamadan, soluk almadan oturuyorum.” diyerek başlıyor anlatısına.

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanındaki klasikleşen giriş sözünü de anımsayalım şimdi de: “Bir kitap okudum, hayatım değişti.”

J.D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının giriş tümcesi en beğenilenlerden biri: “Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.” (Coşkun Yerli’nin çevirisiyle)

Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi: “Stüdyo, güllerin baygın kokusuyla doluydu; hafif yaz esintisi bahçedeki ağaçların arasında gezindiğinde açık kapıdan leylakların ağır kokusu ya da pembe çicek açmış diken ağaçlarının daha narin parfümü geliyordu.” (Nihal Yeğinobalı’nın çevirisiyle)

Chuck Palahniuk, Tıkanma: “Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Birkaç sayfa okuduktan sonra, burada olmak istemeyeceksiniz. Bu yüzden unutun gitsin. Gidin buradan. Hala tek parçayken hemen kaçın.” (Funda Uncu’nun çevirisiyle)

John Steinbeck, Gazap Üzümleri: “Son yağmurlar, Oklahoma’nın kırmızı ve gri topraklarının bir bölümüne sessiz sedasız, topraktaki yarıkları daha fazla derinleştirmeden geldi.” (Gülen Fındıklı’nın çevirisiyle)

Bu konuda yapılan araştırmaların istatistik sonuçlarına göre en iyi ilk yüz, en iyi ilk 25 gibi ortaya konulan listeler, internette bolca karşımıza çıkıyor. Ben de o listelerden yukarıya birkaçını almakla yetineceğim. Amacım, en iyi giriş cümlesinin hangisi olduğunu göstermek değil. Asıl üzerinde durduğum şey, yazarların yazarken yaşadıkları yazma sıkıntısını bir nebze olsun okura hissettirebilmektir.

Baştaki, “işin özü” lafının tam sırası şimdi. Yani yazar tıkanması diye adlandırılan sıkıntıyı nasıl giderdiklerine ilişkin birkaç örnek verelim.

Angelou: “Yazmaya çabalarım. İki hafta boyunca tek yazabildiğim şey bir cümle dahi olsa, yazarım. Dünyanın en bunaltıcı iki haftası olabilir bu, ancak denemekten yılmam. Yazma işiyle uğraşırken başka hiçbir şey görmez gözüm. Ve sonunda esin perimi de ikna ederim bu konuda ciddi olduğuma, ‘Tamam, tamam, sana yardımcı olacağım’ der ve sorun çözülür.”

George Plimpton: “Uzun yıllar önce, bir partide John Steinbeck ile karşılaştım ve ona yazar tıkanmasından muzdarip olduğumu söyledim. Bana hiç unutamadığım bir şey söyledi ve işe yaradı. ‘Editörüne ya da okurlara değil de yakın hissettiğin birine, kardeşine, annene, hoşlandığın kadına yazıyormuş gibi yap.’ O zamanlar Jean Seberg’e ilgi duyuyordum ve yazmam gereken yazıya ‘Sevgili Jean’ diye başladım, her şey çözülmüştü. Daha sonra bu yazım bir dergide yer aldığında Jean Seberg buna epeyce şaşırmıştı.”

Norman Mailer: “Yıllarca yazdıktan sonra tek bir kural buldum. Yazı ile ilgili konuşurken de verebileceğim tek tavsiye bu. Oldukça basit. Eğer kendinize ertesi gün o masada oturup yazacağınıza dair bir söz verirseniz, bilinçaltınız gün içinde o materyali hazırlayacaktır. Bana inanın, şu sözler sizi hazırlayacaktır: Yazmak için orada olacağım.”

Barbara Kinsolver: “İstesem de istemesem de üretebilmeyi öğrendim. ‘Ay, yazar tıkanması yaşıyorum’, “Ay, ilham perimi bekliyorum’ demek kolay. Ben o ilham perisini masaya bağlıyorum ve işimi bitiriyorum.”

Her yiğidin yoğurt yiyişinin farklı olduğu yukarıdaki örneklerden kolayca anlaşılıyor. “Peki, ya siz, yazar tıkanmasını nasıl aşıyorsunuz?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bana “Her gün yazacaksın” diyen yok henüz; bu nedenle bu sıkıntıyı çokça yaşadığımı söyleyemem. Benim için aslolan, ilk tümcenin beyaz ekrana düşmesidir. Arkası kolay gelir. Yazıya son noktayı koyduktan sonra onu dinlenme odasına alırım. Bir başka gün o metni ben yazmamışım gibi yeniden okur, üzerinde gerekli ekleme ve çıkarmaları yaparım. Bu düzenleme işini aynı yazı için bazen birkaç kez yaptığım da olur. Sonuçta olgunlaştığında nerede yayımlamayı düşünürsem o adrese postalarım. Yeni bir yazıya yelkeni ne zaman fora diyeceğime de gelişen olaylar ve okumalar karar verir artık.

YAZIYA İLK GİRİŞ VE YAZAR TIKANMASI