Umutlarını borç verdin, cebinde hiç kalmadı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Umut, Türkçe kökenli bir kelime olup ummak kökünden gelir. TDK, kelimeyi “ummaktan doğan duygu” olarak tanımlar. Ümit sözcüğü ile çok benzese de anlam ve köken olarak ayrışırlar. Ümit (ümmîd) kelimesi, Farsça kökenlidir. Genellikle somut durumlara karşı duyulan ve istenen iyi yönde beklentilerdir. Umut ise soyut durumlara karşı istenen iyi yönde beklentilerdir.

Kelime anlamı ve kökenini bir yere bırakıp umudun insan hayatındaki önemine bakalım. İnsan hayatında öyle zayıf ve çelimsiz bir kelime gibi durmaz çünkü.

Şimdi iki araç düşünün: Biri eski ve yorgun olsun, diğeri ise pırıl pırıl sıfır kilometre. Eski aracın deposunu motorunu yormayacak güzel bir benzinle dolduralım. Diğer araca ise oldukça az miktarda benzin yükleyelim. İki aracı da yolda hayal edelim şimdi. İlk araç, yol altından kayıyormuşçasına ilerlerken diğeri çok geçmeden sallanmaya, uyarı vermeye başlayacak ve yola devam edemeyecektir. Hayatlarımız bir yolculuksa eğer, umut da yolun diğer yarısına devam edebilmemiz için ihtiyacımız olan yakıttır. Umudu olan insan, tıpkı ilk araç gibi yorgun da olsa kırgın da olsa içindeki o inançla devam edecektir. Umudunu yitirmiş insanlar ise ikinci araca benzer, dışı pırıl pırıl olsa da bedeni taşıyamaz hale gelir onu bu yolculukta…

Bu yakıtı nerelerden sağladığımız, her yaşam öyküsünde farklılık göstermekle beraber bazen küçük bir çocuğun gülümsemesinden, bazen sadece su vermemize rağmen bize açıveren o çiçeklerden, bazen birkaç saatlik o dost sohbetlerinden, ritmi içimizi ısıtan bir şarkıdan bile dolduruveririz içimizi umut denen o “yaşam yakıtıyla”. Bu kadar basittir aslında.

Peki ne oldu bize de bu yolda yalpalar olduk? Nerede tükettik umudumuzu, neden gülmez olduk?

Ortaçgil’den bir şarkı sözü beliriveriyor aklımda: “Umutlarını borç verdin, cebinde hiç kalmadı.”

Haklılık payı çok fazla değil mi?

Durakta otobüs bekledik, sıraya girme tenezzülünde bulunmayanlarla girdiğimiz münakaşalara verdik önce umudumuzun bir kısmını. Otobüs geldi, iş başvurusuna gittik. “Biz size döneriz” dediler. Dönmediler. Sonra öğrendik ki filancanın ahbabı alınmış yerimize… Bir kısmını da filancanın akrabasının cebine sıkıştırdık umudumuzun. Ardından “Kolay gelsin” dediğimizde cevap vermeyen esnafa, yüzümüze bakmadan konuşan sekretere, ağzımızdan dedikodu malzemesi bekleyen komşu ve akrabalara da dağıttık tabi…

Umudun büyük yüzdesini savaşlara kaptırdık. Masumlar öldü, canlar yandı. Doğal afetler takip etti, salgın hastalıklar. Kendi canımızdan korkar olduk…

Artık ne sıraya girmeyenle münakaşaya giriyoruz, ne bir selam bir kimseye, ne de dedikodu bekleyene sinir oluyoruz. Gitmiyor dediğimiz yol da gidiyor bir şekilde zaten. Borç verecek umut da kalmamış cebimizde, inanç da. Yine Ortaçgil’in dediği gibi “Bu su hiç durmaz.” Biliyoruz.

Beklemedeyiz; küçük çocuk tekrardan ne zaman bize gülecek, o güzel çiçek ne zaman açacak, şarkımız ne zaman çalacak, sevdiğimiz dostlar tekrardan ne zaman bir araya gelecek?

İşte o zaman tekrar dolduracağız umutla, borç vere vere tenhalaştırdığımız ceplerimizi.

Fakat bu saatten sonra diyebilecek miyiz, “Bu müessesede veresiyeye yer yoktur!”

Umutlarını borç verdin, cebinde hiç kalmadı