Su

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son zamanlarda tarım alanlarındaki susuzluğa dair haberler okuyorum gazetelerde. Beydağ Barajı’ndaki suyun çok azaldığı, ihtiyacı karşılamaktan çok öte olduğu yönünde paylaşımlar.

Çevredeki üreticilerin de insanı biraz gülümseten, biraz da kederlendiren küçük çözümleri yok değil hani. Yetiştirdikleri karpuzları toplayıp sulamada kullanmaları gibi.

Karpuz, sulu bir meyvedir ya… Suyun ziyan olmasın bir işe yarasın diye düşünmüş olmalılar zira.

Ben, yıllardan beri balkonumda yetiştirdiğim çiçekleri sulamak için sebze ve meyveleri yıkadığım suyu kullanırım. Balkonumu yıkamam. Bir kere, iki kere silerim. Tertemiz, içilebilir su ziyan olup gitmesin diye.

Yolda belde içmek istemediğim ya da artan suyu mutlaka bir ağacın ya da bir çiçeğin köküne dökmeye çalışırım.

Zira hiçbir şey sonsuz değildir. Sonu olan her şeyi bu bilinçle kullanmak, tüketmek gerekir.

Yaşamın en temel unsurlarından sadece biri su. Canlılar için olmazsa olmazlardan. Açlığa tahammül her zaman susuzluğa tahammülden daha kolaydır. Öyle derler.

Yılda en az iki defa ekilebilir topraklarda susuzluktan söz etmek büyük bir felaketten söz etmekle eş anlamlıdır. Çünkü bir süre sonra bu, bu topraklarda susuz tarım demek. Yılda en fazla bir defa ekilebilir demek. Yağmur zamanında ve istenen miktarda yağarsa ürün almak, yağmazsa yokluk demek.

Kaldı ki henüz sonbahar aylarına gelmedik, sanılanın aksine yılın en kurak aylarındandır Eylül ve Ekim. Suyun, su varlığının giderek azaldığı aylar.

Çocukluk yıllarımda yaşadığım köyde bir su kooperatifi vardı. Köyün içinden geçen derenin suyunu köylüye sırayla verir, herkes sırası geldiğinde bağını, bahçesini sulardı. Zamanla köyün alt kısmında açılan kuyular çoğaldı, derede su kalmadı. Bir kuyu, bir başka kuyu açıldı derken su kooperatifinin idare edeceği su da kalmadı tabi.

Suyu hoyratça kullanmak, toprağı hoyratça kullanmak, bütün bunları bitimsiz sanmak, insanoğlunun içine düştüğü büyük bir gaflet olmalı.

Kullanılabilir ve içilebilir durumdaki suya sahip çıkmak gerek. Her şey tükenir bir gün, su da toprak da

“Nedir yara bu susuzluğumuz

Suyu gürül gürül akan çeşme başında”

Diyor şair.

İnsanın gözünün açlığı her zaman büyük felaketlere yol açıyor. Bir bina yapımında demiri, çimentoyu eksik kullanmak, elbette büyük paralar kazandırıyor inşaat sahiplerine. Herkesin zihniyeti bu olunca bir bakıyorsunuz depremler çok büyük afetlere dönüşüvermiş, oysa daha bilinç düzeyi yüksek Japonya gibi ülkelerde daha şiddetli depremlerde insanların burnu bile kanamıyor. Dere yataklarının ıslah dilmesi yerine kent yaşamına kazandırılıp ev yapılması da böyle. Geçen gün Kiraz’daydım. Yeni Mahalle’de bir markete yolum düştü. Kentin içindeki asfaltlama ve yol çalışmalarının erken olduğunu, alt yapıya hiç girmeden yolun üstünü güzelleştirmeye çalıştıklarını söylüyordu marketteki hanım. Bir süre sonra yağmur yağdığında her yer suya gömülecek. İstanbul’a benzeyeceğiz.

Bunlar elbette ki küçük detaylar değil, planlanama ve bilimsel bilgi hem bireysel yaşamımızda hem toplum yaşamında çok önemli.

Atatürk’ün bir özdeyişiyle noktalayalım sözü: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Ve ilimden, fenden başka mürşit arayanlar her zaman kendi yaşamlarının önemli bir bölümünü ziyan ederler. Öğrenmede “tekrar” çok önemlidir ancak yanlış bir şeyi sürekli tekrar etmek insana yeni bir şey öğrendirmez.

Sevgi, dostluk ve umutla…

Su