Sevgili Vedat Hocamızın ardından…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Duygular vardır anlatılamayan, sevgiler vardır yüreklere sığmayan, dostluklar vardır hiçbir biçimde yıkılmayan, bazı insanlar vardır asla unutulmayan…”

“Dost, deniz kenarındaki taşlara benzer. Önce tek tek toplarsın, sonra birer birer denize atarsın, ancak bazılarına kıyamazsın.” İşte Vedat Hocamız, o kıyamadıklarımızın başındadır.

Ölümünün ardından Ödemiş Adliyesi önünde yapılan kısa törendeki konuşmama işte bu sözlerle başlamıştım.

Her ölüm bir ayrılık, her ayrılık bir kayıp, her kayıp bir üzüntüdür. Ama onu çok yakından tanıyanlar ve sevgili sınıf arkadaşım, can dostum Adem Albayrak gibi cenaze töreni için bulduğu ilk uçakla Van’dan uçup gelen, naif, duyarlı, çok yönlü ve entelektüel kişiler için Vedat Hocamızı yitirmenin verdiği üzüntüyü anlatmaya sözlerin, tümcelerin yetersiz kalacağını düşünüyorum.

Her ne kadar Ödemiş Lisesi’nde öğrencisi olmasam da onu önce ünlü bir öğretmen ve o yıllarda tüm Türkiye’de liselerde, ahlak ve felsefe derslerinde okutulan kitapların yazarı olarak tanıdıktan sonra yıllar içinde Vedat Hocam ile yolumuz, avukatlık mesleğinde kesişti. Lise dönemimden kalma bilgilerle ona karşı ilk üç beş yıl özellikle mesafeli bir duruş sergilemiştim. Derken özellikle cumartesi günleri, mesleğin ilk yıllarında ortaklık yaptığımız sevgili Av. Cemal Bingöl ile Dr. Mustafabey Caddesi’ndeki büromuza geldiğinde yaptığımız sohbetlerde onu yakından tanımaya başladım. Bu sayede başlangıçta daha dar bir çevrede bilinen sanatçı yönünü, gülmece ustalığını ve zamanla bir öykü yazarı oluşunu yakından gözlemleme şansım oldu.

Bir süre sonra artık onun varlığı, öyküleri, şakaları, yaşamı gırgıra alışı ve özellikle daha önce kimsede görmediğim kadar kendisiyle dalga geçebilmesiyle, benim için adeta bir tutku haline dönüşmüştü. Hatta o dönemin siyasi ikliminde popüler olan tarikatçılık eğilimleri içinde ironik biçimde adeta “şeyhimiz” olmuştu. Biz de “Vedadi” tarikatının müritleriydik artık. Başlangıçta belirttiğim gibi, Vedat Hocam ile dostluk anlamında azımsanamayacak bir süre, neredeyse 25 yıl çok yakın bir birliktelik yaşamışken kapıldığımız duygu ve sevgi selini tanımlamak, herhalde bir yazıyla sınırlanamaz.

Vedat Hocamıza, onun esprili karşı koyuşlarına rağmen Ödemiş Öğretmenevi’nde akşam üzerleri bira ısmarlatmak, sevgili Adem Albayrak ile birlikte bir dönem en büyük keyfimizdi. (Yakın zamana kadar öğretmenevlerinde isteyen içki de içebiliyordu. En çok keyif aldığımız dönemde Öğretmenevi Müdürü olan sevgili Orhan Can hocamızın da kulaklarını çınlatmak isterim.)

Sevgili Hocamız, edebi yeteneğini ve olağanüstü zekasını yazmış olduğu öykülerine de yansıtmıştı. Ama öykülerini kendi ağzından dinlemek ayrı bir zevk, ayrı bir neşe kaynağıydı. Birlikteyken kimi zaman arkadaşlarım onun öykülerini benim ağzımdan dinlemek istediklerinde haddimi bilir, onun öykülerini yanında asla anlatmazdım. Ancak büyük onur duyduğum uzun süreli birlikteliğimizde öykülerini defalarca dinlemekten oluşan ayrıcalığımı bazen önce uygun ortamı oluşturmak, sonra da ilgili öyküleri birbirine ekleyebilmesi için konu başlıklarını hatırlatmak için kullanır, kısacası ona suflörlük yapardım. Bu anlar, yaşamımdaki en mutlu anlar olmuştur.

Anlattığı öykülerin bir kısmını daha sonra “30 Hikaye” adlı kitabında topladı. Bu yapıt, bizim gibi tutkunları için inanılmaz bir fırsat, coşku ve ayrıcalıktı. Bu kitaptan edindikten sonra kitabı benim adıma imzalamasını istediysem de bunu uzun süre yapmadı. Daha sonra bundan neden kaçındığını sorduğumda ise aynen şunu söylemişti: “Senin için sıradan bir şey yazmak istemiyorum. Başkalarına imzalarken yazdığımdan farklı bir şey yazmak istiyorum. Ben ne zaman hazır olursam o zaman imzalayıp vereceğim.”

Bu söylediğiyle birleşince kitabının imzaladığı bölümündeki yazısı, benim için yaşamımda alabileceğim en önemli ödüllerden biri oldu. Yazı, aynen şöyleydi;

“Bu derece dürüst olmanın ağır yükünü bu kadar kolay taşıyan sevgili dostum, arkadaşım, değerli meslektaşım Ferit YURTSEVEN ve değerli eşi ile Emre tosuncuğuma derin saygı ve sevgilerimle. Vedat ÖZTÜRK. 10.09.2008 Ödemiş”

Vedat Hocamızın öykü yazarlığı, bu kitapla da sınırlı kalmadı. Harman Yeri, Doğan Otel, Köroğlu Kiziroğlu, Gökçen Efe gibi kitapları yayımlandı. Köroğlu Kiziroğlu ve Gökçen Efe’de öykülerine göre resimlerini de kendisi çizmişti. Bunların devamı da gelecekti…

Daha önce gazetemizin iki yıl önce yitirdiğimiz sevgili başyazarının ölümü nedeniyle yazmış olduğum gibi, Cezmi Ersöz’ün İstanbul’daki “Son Yüzler”inin adeta yerel yansımalarından olan Sevgili Vedat Hocamıza giderek çoraklaşan, çölleşen kültür ve sanat dünyamızda bir denizci feneri gibi yolumuzu aydınlattığı ve unutulmayacak biçimde yıllarca bizi güldürdüğü için sonsuz teşekkürü bir borç bilirim. Sevgili Ayça Hocam’a, sevgili Onat ve Eda’ya bir kez daha başsağlığı diliyor, hocamın ailesi olmak bakımından keşke herkes onlar kadar şanslı olabilse diyorum. Işıklar içinde uyusun.

Sevgili Vedat Hocamızın ardından…