Özelleştirme, bir ülkenin sonu mu?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Malumunuz, ülkemizde bulunan 14 şeker fabrikasının satışı gündemde.

Peki nedir bu özelleştirme politikası? Bizi batırır mı, yoksa çıkarır mı?

Özelleştirme, özellikle 1980’li yıllardan beri dünyanın birçok ülkesinde, belirlenen hedefler doğrultusunda yaygın olarak kullanılmaktadır. Ekonominin yeniden yapılanması ve rekabetçi bir piyasa yapısına kavuşturulması veya yapısal uyum ve istikrar politikaları çerçevesinde ele alınan özelleştirme, günümüzde Türkiye’nin gündemindeki yerini ve önemini halen korumaktadır.

Daha önceki dönemlerde dünya devletleri, özel sektörün faaliyet gösterdiği alanlara bile el atar iken kamu sektöründeki bu genişleme hareketi, özellikle 1980’li yılların başından itibaren tersine bir uygulamaya dönüşmüştür. 1980’lerin sonlarına doğru ise dünyanın birçok ülkesinde hükümetler, elektrik şirketlerinden hapishanelere, tren yollarından eğitime kadar her şeyin kontrolünü özel sektör yöneticilerine bırakmaya başlamışlardır.

Devletin asli görevleri dışındaki faaliyetlerden ve ekonomiye müdahaleden uzaklaştırılmasını sağlayarak genel ekonomik performansın artırılması ve istikrarın oluşturulmasını amaçlayan özelleştirme için ileri sürülen nedenler, esasta kamu ekonomik girişimciliğinin başarısızlığına dayanmaktadır.

Özelleştirmenin amaçları, çeşitli yayınlarda ve bilimsel toplantılarda konunun uzmanları tarafından birçok kez genel hatlarıyla ortaya konmuştur. Bu amaçlar ülkeden ülkeye değişmemektedir. Takip ettiğim kadarıyla İngiltere, bir anlamda özelleştirmenin ana vatanı durumundadır. 1979 yılı itibariyle KİT borçları ve zararları, yılda 3 milyar sterlin dolayında olan İngiltere’de Thatcher Hükümeti’nin yaptığı özelleştirme uygulamaları sebebiyle günümüze değin 34 milyar sterlinin üzerinde kaynak yaratılmıştır.

Türkiye’de ise devletin temel görevleri yanında hangi ekonomik alanlarda faaliyette bulunacağı açık bir şekilde ortaya konmadığından özelleştirmede önceliklerin neler olduğu tam olarak bilinmemektedir. Ancak özellikle finans, istihdam ve yatırım gibi faaliyetlerin başarısı açısından konunun gösterdiği hassasiyet, bir sıralama yapmayı zorunlu kılmaktadır.

Buna göre, Türkiye’de özelleştirmenin amaçlarını öncelik sırasına göre şöyle sıralayabiliriz:

– Piyasa güçlerinin ekonomiyi harekete geçirmelerine imkan verilmesi,

– Verimlilik ve üretkenliğin artırılması,

– Mal ve hizmetlerin nitelik, nicelik ve çeşitliliklerinin artırılması,

– Mülkiyetin tabana yayılması,

– Sermaye piyasasının gelişmesinin hızlandırılması. Çalışanlara pay senedi verilmek suretiyle iş gücü verimliliğinin yükseltilmesi,

– Endüstrideki kamu ve özel mülkiyet arasındaki dengenin yönünün değiştirilmesi,

– Yabancı yatırımlar vasıtasıyla uluslararası ekonomik ve politik bağların kuvvetlendirilmesi,

– Sermaye yatırımları getiri oranlarının yükseltilmesi,

– Devlete gelir sağlanmasıdır.

Günümüz çağdaş devlet anlayışında devletin fabrika kurması veya çiftçinin ürününü gidip doğrudan satın alması ve benzeri uygulamalarda bulunması yoktur. Bu anlamda devlet, insanın verimliliğini artıran, onun kalitesini geliştiren eğitime ağırlık verir, sağlık sorunlarım çözer, işsizlik sigortası gibi birçok sosyal hakları finanse eder. Özelleştirmeden sadece piyasa ekonomisinin işleyişini engelleyen sorunların ortadan kaldırılması amacıyla yararlanılmak istendiğinde sosyal amaçlı, stratejik konumlu veya karlı çalışan KİT’lerin de ayırım gözetmeksizin özelleştirilmesi gerekir. Bu durum ise devletin gözetmek zorunda olduğu sosyal amaçların, stratejik çıkarların ihmal edilmesi gibi bir sonucun ortaya çıkmasına yol açacak ve devleti bir kısım gelir kaynaklarından mahrum edecektir.

Özelleştirme, bir ülkenin sonu mu?