Neyin esiriyiz?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İleride eğitimine yurt dışında devam etmek isteyen yeğenimiz Ayla, henüz 16 yaşında ama yaşına göre çok okuyan ve toplumsal konulara epey ilgili, çiçeği burnunda bir genç kız.

Gençlerin başarılarıyla gurur duyuyorum. Her şey, onların gönüllerince olsun… Kendi değerlerini, toplumunun kültürel dokusunu unutmadıkları sürece istedikleri yerde istedikleri eğitimi almalarından yanayım. Globalleşen dünyada söz sahibi olabilmek, güçlü ve gelişmiş toplum olmak arzusundaysak gençlerimize yatırım yapmak gibi de sorumluluğumuz var.

Önceki gün Ayla ile akşam yemeğinde birlikteydik. Bana heyecan içinde okuduğu İrlanda edebiyatının en popüler romanı İtalyanca Aşk Başkadır’ı anlatırken onun heyecanının, okuma aşkının hiç bitmemesini diledim ve bir an düşündüm ki hırçın dille yapılan siyasi söylemler, yarınlarımız olan gençlerimize de zarar veriyor.

“Niçin bir genç, eğitimini ülkesinde tamamlamak istemiyor? Eksikliklerimiz neler?” sorularını sorabilme cesaretini her duyarlı kişi kendi vicdanında kritik etmeli, sorgulamalı ki yapılan hatalar çözüme kavuşabilsin.

Gün geçtikçe toplumun beyin takımı dediğimiz araştırma merkezlerinin, okulların, üniversitelerin daha önceki senelerden epey ziyade nasıl çürüdüğünü, ahlaki eylemlerden yoksunlaştığını, ilim ve edebin sayılı birkaç kıymetli öğretmen, öğretim üyesi, araştırma görevlisi ile sürdürülmeye çalışıldığını bilmem söylememe gerek var mı?

Her şeyden önce siyaset toplumun yapısından, toplumun yapısı da siyasi söylemlerden etkileniyor ve bu etkilenme doğrultusunda da şekilleniyor. Fazlasıyla kutuplaşma ve bölünme ile kendi içimizde mikroorganizmalara ayrıldık. En son kadın üzerinden yapılan sözlü sataşmalar bir kere daha göstermiş oluyor ki uzlaşı kültürü, bu topraklara geç yerleşecek gibi görünüyor.

Malumunuz birkaç gün evvel AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, mecliste yapmış olduğu konuşmada, “Bu ülkede AK Parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yoktu. Partimizin daha evvel yaptığı kadın kongresinde şunu söylemiştim: ‘Eğer Türkçede kelimelerin dişisi, erili olsaydı bir kadın kelimesi olurdu.’ AK Parti’yi inşa eden kadınlardır. O yüzden ben, kadın-erkek arkadaşlarımız ve Sayın Cumhurbaşkanımız yani biz, yaptığımız çalışmalarda kadınların hayatını kolaylaştırmak için gayret ediyoruz” açıklamasında bulunmuştu.

“Bu ülkede AK Parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yoktu” ifadesi, doğal olarak tepki çekti. Yeterince ayrımcılık vardı. En azından kadınlarımızın birlik beraberlik ekseninde toplanmasını beklerken, dünyayı biz kadınların değiştireceğini umarken Özlem Hanım’ın bu ifadesi, gerçekten beni üzdü.

Ne olursa olsun, bir kişi hangi partide hangi konumda ve ideolojide bulunursa bulunsun ‘Kadın kelimesi bizimle anlamını buldu. Biz olmasaydık kadın kelimesinin adını bile duyamazdınız’ gibi bir söylem içinde bulunmamalı diye düşünüyorum sevgili okurum.

Ülkemizin siyasi tarihine, toplumumuzun değerlerine hürmet etmemiz insani bir erdemdir. Buraya kadar hemfikiriz değil mi? Ancak Özlem Zengin, “AK Parti ile başörtülü kadınlarımız rahat bir nefes alabilmiştir. Bunca yıl neredeydiniz?” demiş olsaydı “İşte bu söz doğrudur” derdim. “Neee?” diye küçük dilini yutmuyorsun , umarım. Ne yazık ki siyasi tarihimizde 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi ile başörtülü genç kızlar okullara, üniversitelere alınmadı. Başörtülü kadınlar, işlerine başörtülü olarak devam edemedi. Epey bir zaman kadınlarımız başörtülü olduğu için dışlandı, ötelendi ve vatanlarında azınlık muamelesi gördü. Kar kış demeden jandarma eşliğinde üniversite, okul kampüslerinde başörtülüler dakikalarca bekletilir, sorguya çekilir ve nihayetinde başörtüsünü çıkardığında derslikte yerini alabilirdi.

O vakitlerde de yazıyordum. “Nedendir bu esaret?” sorusunu o günlerde Uludağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sevgi İyi hocamıza yöneltmiştim. “Neyin olacak? Din üzerinden yapılan siyasetin esareti” cevabını almıştım.

“Dini tertemiz duygularıyla samimiyetle yaşayan kadınlarımız mağdur duruma düşüyor, genç kızlarımızın eğitim hakları ellerinden alınıyor” demişti. Üzgündü çünkü dini inanca sahip olmasa da düşünceli ve vicdanlıydı.

23 yıl önce yazdığım yazının konusu da bir esaretti bugünkü yazımın da çünkü şekiller değişse de sanırım özde hep aynı sorunlar varlığını sürdürüyor: Sizden-bizden ayrımcılığı!

Merhum Başbakan Bülent Ecevit’in devlet adamlığı kimliğine, siyasi sorunları diplomasi ile, beyefendi kişiliği ile hallettiğine bu millet her zaman tanık olmuştur. Milletin özellikle Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle kendisine hürmeti ziyadeleşmişken 1999 yılında mecliste başörtülü Merve Kavakçı için, “Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz” sözleriyle devlet adamlığı itibarını sarsmıştı. Kimi, “Oh olsun Atatürk düşmanlarına” diye ortamı kızıştırmaya devam etti. Oysa ki Atatürk, başörtüsünü de dini inancı da yasaklamamıştı. Laiklik de dinsizlik demek değildi.

Biliyoruz ki ne olursa olsun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin egemenliği milletindir. Milletin seçtiği vekili milletin meclisinden yaka paça çıkartmak ve hem de bir kadına diş bilemek, ister istemez “Neyin kafasını yaşıyoruz, neyin esiriyiz?” dedirtmişti.

Şahıslarla söz düellosu, hem doğru değil hem de ahlaki bir tarafı yok. O yüzden mesele Merve Kavakçı ya da Bülent Ecevit değildir. Derinlerde, çok diplerde ciddi kırılganlıkları ve kopuşları olan laik-anti laik, dindar-dinsiz söylemlerinin kışkırtılmasının sonuçlarını bedellerle ödemiş bir toplumuz.

Dünün mağdurlarının bazıları, bugün iktidar gücünün etrafında toplanıp İslami tesettürü yani ahlaken örtünmeyi, haramdan uzaklaşmayı sadece saçı örten başörtüsüne indirgediler. Yalnız başörtüsü takınca hanımefendi ve dindar olunacağını zannettiler. Dahası “Çocuk doğurunca kadınlık ispatlanmış diyenler” var olduğu müddetçe bu kutuplaşma bitmeyecek ve uzlaşı kültürü de yakın zamanda gelmeyecek gibi görünüyor. Milattan önce 6. yüzyılda Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinde “Kadının ruhu var mıdır?” sorusunu soranlardan demek ki bir arpa boyu yol alamamışız. Milattan sonra 21. yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Kadınların adını konuşuyoruz sizin ve bizim diye ayırarak! Vah…

Neyin esiriyiz?