Neydi o günler

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Neydi o eski günler! Kurulurdu dini bayramlarda İstiklal Okulu’nun karşısındaki kumpir pazarına ağaç dönme dolaplar, kayık şeklindeki salıncaklar, binerdik içine çoluk çocuk, hep bir ağızdan bağırışırdık neşeyle. Çocukların bayram günü en sevdiği aktivite buydu. O bayramlarda küçükler büyüklerin ellerinden öper, beyaz mendilin içinde alırlardı bayram harçlığını. O günlerin neşesi, güzelliği bir başkaydı. Günümüzde bayram günü daha gelmeden yapılıyor tatil planları. Arife günü başlıyor yolculuklar tatil beldelerine. Büyükler ise ne yapsın, bekliyorlar ‘Bir misafirim gelsin’ diye. Eskiden küçükler, yani o yıllardaki çocuklar mahalli oyunlar oynardı. Örneğin seksek, çelik çomak, atak, mendil saklama, körebe gibi oyunlarla zamanlarını geçiriyorlardı. Şimdiki çocuklar bilmiyorlar bu tür oyunları ama cep telefonu ellerinden düşmüyor. Cep telefonu ellerinde, sürekli mesajlaşıyorlar. Bu olay ne kadar sağlıklı bilemiyorum.

 

Dolaşırdık Ödemiş’in cadde ve sokaklarında. Demirciler Çarşısı’na girdiğimizde çekiç, örs sesleri adeta şarkı söylerdi. O çarşıda nalbantlar, semerciler, urgancılar, elekçiler, tenekeciler, sepetçiler yan yana sıralanmış, huzur içinde çalışırlardı o Ahilik kültürünün verdiği saygı çerçevesinde. Ah, neydi o eski günler! “Özlemiyorum” desem yalan olur o eski günleri.

 

Bozdağ’dan inen develer, iplerle bağlanmış üzerlerine kompir çuvalları arka arkaya sırayla gidiyorlardı pazara. Akşam olduğunda konu komşu giderlerdi birbirlerine, serilirdi sofra örtüleri, dökülürdü incirler, üzümler, susamlar, kendir tohumları ortaya. İncirleri batırırdık keten tohumuna, hep birlikte yerdik komşularımızla. Nenelerimiz masallar anlatırdı bize ve sonra bir gün ortaya televizyon adını verdikleri bir kara kutu çıktı. Birden kesildi o güzel muhabbetler, sohbetler. Televizyon yüzünden unutulmaya yüz tuttu eski alışkanlıklar.

 

Okullarımıza giderdik üstümüzde siyah önlük, yakamızda beyaz yakalıklarımızla. Her sabah törende okurduk andımızı, şanlı bayrağımızın önünde. “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan andımızı okumak, bizim için bir gurur kaynağıydı okulda. Öğretmenlerimizden korkardık, bu korkunun nedeni öğretmenlerimize olan saygımızdandı. Öğretmenlerimiz kulağımızı çekse de öğretmenimize kızıp ailemize söylemezdik; söylesek de ailemiz, öğretmenlerimiz için “İyi yapmış öğretmenin” derlerdi çünkü okula başladığımız ilk gün “Eti senin, kemiği benim” demişlerdi. Bir kere öğrencinin öğretmenine, öğretmenin öğrencisine saygısı, sevgisi vardı. Ey gidi o günler!

 

Neydi o günler