Kürk Mantolu Kadın!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sabahattin Ali adını duymuşsunuzdur. Öykü, roman ve şiirleri ile Türk Edebiyatı’nda özel bir yere sahiptir. Edebiyat tarihimizde ‘toplumcu gerçekçi’ yazarlar arasında yer alır. Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna romanları ile ünlü Aldırma Gönül, Benim Meskenim Dağlardır ve Leylim Ley şiirleri onundur. 1907’de doğan şair, hakkında yürütülen kovuşturmalar ve tartışmalar nedeni ile 1948’de yurt dışına kaçmak isterken öldürülmüştür. Katil, Ali’yi milliyetçi duygularla öldürdüğünü ‘itiraf’ etmiştir. Ayrıntıları merak eden varsa konuyla ilgili geniş bilgilere çeşitli kitaplardan ulaşabilir.

Sabahattin Ali, 1932 yılında Konya Halkevi’nde kadınlar üzerine verdiği konferansta bakın neler demiş:

“Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz. Almak ve vermek gibi tabirler; kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbiriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil; ortak, hayat ortağı demektir. Bu hukuk müsavatı (eşitliği) kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimaği ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri tabiidir. Memleketimizin kadın ve erkeklerini biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki varlık  olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim. Bu kadar efendim.”

Şimdi Sabahattin Ali’nin niçin öldürüldüğünü ve Halkevleri’nin niçin her darbe döneminde kapatıldığını daha rahat yorumlayabilirsiniz.

“Hayatının son yıllarında milliyetçi çevrelerle yaşadığı tartışmalarla öne çıktı. Özellikle Türkçü-Turancı yazar Nihal Atsız ile yaşadığı gerilim giderek artarak Irkçılık-Turancılık Davası’nın bir parçası oldu. Bu dönemde Aziz Nesin’le beraber çıkardığı Markopaşa dergisinde siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı.”

**

Gelelim 8 Mart’a…

Özetle ansiklopedik bilgiler şu şekilde:

“1857 yılında ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. ABD’de kadın işçilerin bu katledilişi nedeniyle Kopenhag’da 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart, ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak belirlendi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak anılmasını kabul etti.”

**

Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Kadınlar, eşit insan ve işçi olmayı verdikleri mücadeleler sonucunda elde etmişlerdir. İşte bu yüzden ‘8 Mart’, tüketim toplumunun hediye alışverişi yapmayı önerdiği bir gün değildir.

8 Mart; birlik, dayanışma ve mücadele günüdür.

Bu günde yapılan etkinliklerde, hem dünya ölçeğinde yapılan mücadelelerde hayatını kaybeden kadınlar anılmalı hem de Osmanlı ve Türkiye’deki kadın hakları mücadelesinden söz edilmelidir.

**

Bu çerçevede 8 Mart nedeniyle ‘Şerife Bacı Ödemiş Kadın Platformu’ adı altında bir araya gelen kadınlar, Ödemiş Belediyesi’nin desteği ile Sağlık Caddesi’ndeki eski hastane binasının atıl halde duran trafosuna 8 Mart günü yapılacak törenler için ‘Kadın Efe’ resmi yaptılar. Geçtiğimiz günlerde ilgili yerde bir araya gelen kadınlar, trafonun bir yüzündeki ağacı da birlikte boyadılar. Açıkçası birkaç fırça darbesi vurdular.

Kadınlar vardır, kadınlar her yerde…

“Döndüm daldan düşen kuru yaprağa / Seher yeli dağıt beni kır beni / Götür tozlarımı burdan uzağa / Yarin çıplak ayağına sür beni”

Kürk Mantolu Kadın!