KEMALİST mi ATATÜRKÇÜ mü?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sonbahara “Merhaba” dedik. Sonbahar, Ege’nin incisi İzmir’de farklı yaşanıyor. Dostlarımızdan gelen sevindirici haberler ile mutluluğumuz ziyadeleşiyor. Atatürk Düşünce Derneği (ADD) denilince yıllar içerisinde pek çok şube başkanı tanıdığım oldu. Gürcay Işık hocam ile tanışıklığımız, 2017 yılına rastlıyor. ADD’ye olan katkıları, hepinizin malumu. Ödemiş’imiz adına gerçekten onur ve gurur verici… Kendisini tebrik ettim. Hizmetlerinde kolaylıklar diliyorum. Çamlık’taki çay bahçemize ihtiyaç vardı, harika olmuş. Umarım, gelişimde orada hep birlikte kahvemizi yudumlarken hasret gideririz.

Atatürkçü Düşünce yapısını iyi anlamak için Kemalizm felsefesini çözmek şart. Kemalizm’in ne olduğunu da Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini, Jön Türklerin devamı olan İttihat ve Terakki Hareketi’ni bilmek gerekiyor. Padişah 2. Abdülhamit’e başkaldıran Jön Türkler, İttihat ve Terakki ile istibdat (baskı) dönemine özgürlükler getirmek için yola çıkmıştı. Kimi zaman özgürlükler yaşandı, kimi zaman da padişahın baskıları bile aranır oldu. Pek çok kişi fişleniyor, öldürülüyordu. ‘Bir Gazeteci Yazar Neden Öldürülür?’ başlıklı köşe yazımda bahsetmiştim. Nice gazeteci yazar, Jön Türkler tarafından öldürüldü. İşte böyle bir ateş çemberinin içinde Mustafa Kemal, genç bir Osmanlı subayı olarak kendini İttihat ve Terakki Hareketi’nin askeri kanadında buldu. Savaşçı, idealist, devrimci kimliği ile Mustafa Kemal, o günlerde kendisinin ölümünün ardından adeta bir Kemalist akımın ister istemez öncüsü olmuştu.

Cumhuriyet’in ilanı ve peşi sıra devrimlerin ardından 1934 yılında Soyadı Kanunu ile Mustafa Kemal, Atatürk soyadını aldı. Bu, aynı zamanda yepyeni bir dönemin de habercisi idi. Savaş yılları bitmiş, devrimler gerçekleşmişti. Sert ve keskin virajdan kazasız belasız geçilmişti. Atatürk, döneminin ünlü filozoflarıyla iletişim halindeydi. Kimini ülkemize davet etmişti. Eğitim ve kültürde çağdaş bir seviyeye gelmek, onun için vazgeçilmez bir emeldi. Herkese hitap eden, yaraları saran Atatürkçü fikri, ne ilginçtir ki 1938’den sonra yerini Kemalizm’e bırakacaktı. Atatürkçülük demek, diplomatik yöntemler ile sorunların üstesinden gelebilmek, yurdunda ve dünyada barışçıl olmayı başarmaktı. Bunun için komşularla uzlaşı şarttı. Oysa ki Kemalist söylemlerde çatışma, ötekileştirme ve savaş dili hakimdi.

Son yıllarda Kemalizm’e özlem duyanların sayısı az değil. Yakinen konuştuklarım var. Atatürkçülüğü eleştiren, ADD’lere öfkelerini gizlemeyen bir zümreden bahsediyorum. Düşüncenin her türlüsüne saygı duymamız mümkün fakat Kemalist öğreti, şiddet içerikli bir söyleme sahip. Bugün kalkıp da Kemalizm taraftarlığı yapan kişilerin ister istemez saldırgan, savaşçı olduklarını görüyorum. Bu zümre de yine kendi içerisinde sağ Kemalistler ve sol Kemalistler şeklinde genel anlamda ikiye ayrılmış durumdadır.

Sağcılık ve solculuk… Tarihi bilgilerin peşinden gidersek bu iki kavramı 1789 Fransız İhtilali sonrasında bulabiliriz. Yeni ekonomik yapılara açık fikirliliği savunanlar, yenilikten korkmayanlar sol görüşün yanında yerini almaktan çekinmediler. Bu anlamda sol Kemalizm’in Atatürkçülüğe daha yakın olduğunu zikir edebiliriz. Atatürk, askeri taarruz hareketinden sonra savunmacı ve barışçı bir politika izleyerek yeniliklere açık, her çiçeğin en güzel poleninden çiçek yapmasını bilen bal arısı misali bir tutum sergiledi.

Hülasa Atatürkçülük, her görüşü dinleyen, sözün en güzeline uyan demektir. Kemalizm, bu anlattıklarım doğrultusunda daha dogmatik yani akılsal sorgulaması olmayan, kendi görüşlerinin bağnazı, hoşgörülü olmayan bir konumda.

1992 yılında Deniz Baykal’ın konuşmasından bir bölümü hatırladım. Şöyle diyordu: “CHP, devletin partisi olup askerin yanındadır…” Sevgili okurum, bir partinin devletin menfaatlerini göz önünde bulundurup askerini desteklemesi başka bir şeydir, bizatihi gözettiği kurumların kendisi olması çok daha başka bir mevzudur. Siz, bir partiyi askerin yanında konuşlandırınca zannediyor musunuz o parti büyür ve olgunlaşır? İşte o gün Baykal’ın konuşması, Kemalizm’in özetidir. Eleştiri, özellikle de özeleştiri bizi olgunlaştırır ise sormak gerekir, CHP neden halkın rağbet ettiği bir parti olamamıştır?

Bazı okurlarımı dellendirmiş olabilirim. Safiye Ayla’nın sesinden ‘Hayal İçinde Geçti Ömrü Derbederim’ şarkısını dinleyerek bir kadeh rakıyı yuvarla gitsin. Ömrümüz, hayal içinde geçiyor. Artık daha güzel hayallere uyanalım, tarih tekerrür etmesin. Sizden-bizden ayrımcılıkları, kutuplaşmaları olmasın değil mi?

“Senin safın hangisi?” diyenlere “Vallahi kurban, ben tarafsızım” diyorum. Kemal Sunal’ın Tosun Paşa filmindeki Tellioğulları ile Seferoğulları arasındaki husumet gibi mi olsun? Ne Tellioğulları’ndanım ne de Seferoğulları’ndan… Ortada olmak en güzeli… Yuhlamayı da şakşaklamayı da sevemiyorum. Atamız yaşasaydı, “Aferin kızım, benim de size emanet bıraktığım Atatürkçülük budur. Beni iyi anlamışsın” deyip Behiç Bey’e verdiği Ergin soyadını bana da layık görür müydü? Ergin olmak; olgun olmak, körü körüne itaat eden değil, liyakat sahibi olmaktır. Bizim gibi bir garibe de bu onur, bir ömür boyu yeter…

NOT: Atatürkçülüğü kendisinden öğrendiğim Aydın ilinin eski senatörlerinden gerçek bir Atatürkçü Saadettin Demirayak hocamı dua ile, rahmetle, saygıyla anıyorum.

KEMALİST mi ATATÜRKÇÜ mü?