“İhtiyar Çilingir”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Koyunpazarı’nda bir ufacık dükkan; bir küçük ocak yanıyor, bir ufak çocuk körük çekiyor. İhtiyarlamış, küçülmüş, ak sakallı küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük, minimini halkaları ateşte ısıtıp zincir bağlıyordu.

Ne hoş manzara, gözüm ilişti. Dükkanın önünde kaldım. Bir çilingir dükkanı. Ufak kilitler, eski zaman kapı halkaları, rezeler, menteşeler, hayvan zincirleri… Böyle ufak tefek şeyler yapıyor. Bunlardan pek çok da yapmış, dükkanın ötesine berisine asmış.

– Kolay gelsin usta.

– Kolayı başına gelsin!

Bir tarafa dayanıp durdum. Adamcık, benimle hiç meşgul olmuyor göründü. Birer tarafı açık, ufak halkalar hazırlamış. Bir halka takıp açık tarafını ateşe tutuyor, o hazır oluncaya kadar bir başkasını ateşten çekiyor. Ucunu kemali dikkatle kapıyor, bir parça büküyor. Onu tekrar ateşe verinceye kadar evvelki hazır oluyor, böylece muntazam çalışıyordu. Emin olunuz ki gayet dürüst ve muntazam bir zincir vücuda geliyor, bir cilası noksan kalıyordu.

Şüphesiz, eski binalarda gördüğümüz o muazzam edevat, böyle dükkanlarda bu nezaketle, bu ihtimamla, bu kanaat ve feragatle işlenir, yapılırdı. Sanata böyle bir merbutiyyet-i dindarane vardı. Her şeyi inkar eden küfür devresi gelmemiş olsaydı şüphesiz bu güzel şeyler sönüp gitmeyecekti. Lanet olsun o zamana ki bütün mukaddesatı inkar ettirmiş, kanaatleri öldürmüş, huzur ve rahatı söndürmüş, demiri kaldırmış, yerine tenekeyi doldurmuştur.

Ben oradayken gençten bir adam geldi. Elinde bir değnek vardı. Demirciye uzattı. Bu değneğin ucuna beş on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla her sabah akşam bağa giderken eşeği dürtecek.

Demirci anladı, ses çıkarmadı. Duvardan üç beş halka aldı, sanatına vakıf bir adam sükunetiyle değneğe taktı lakin genç adam, usul hilafına değneğin yan tarafına bir halka daha taktırmak istiyordu.

Çilingirle aralarında mübahase başladı. Çilingir, “Olmaz” dedi, “Bunun usulü böyledir.”

Delikanlı, usulü bozmakta ısrar ediyordu.

– Canım, sen tak. Nene lazım…

– Takılmaz evladım. Takılmaz evladım. Ben, kırk yıldır bu sanatı işlerim.

– Canım, parasıyla değil mi? Sen tak, ötesine karışma!

İhtiyar, belki ısrar etmeyecek ve takacaktı ancak “Parasıyla” sözüne fena halde içerledi. Daha ziyade bir şey demeyerek değneği genç adamın elinden aldı, eski taktıklarını da sökerek iade ettikten sonra, “Biz para aşıklısı değiliz, var başka yerde yaptır” dedi.

Düşündüm kaldım. Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz sanatının aşığıydı. “Filan usta gitti, bu sanatı da götürdü” diyecekler diye bu dükkanı bekliyordu. Onun nazarında filan iş, filan şekilde yapılır; başka türlüsü sanata saygısızlık olurdu. Bunu yıllarca, belki asırlarca ustalar böyle yapmışlar. Öyle ya, onun arkasında bu yolda, bu erkanda gelmiş geçmiş ustalar, pirler vardı.

Dükkanlarını Halik’a ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.

Evet, bu adam para aşıklısı değildi. O ustalarının postunda oturan sanat halifesiydi. O nasıl derse desin, işlediği sanatta teraküm etmiş bir vedaat mevcut olduğunun kaili bulunuyordu . Selahiyattar olmayan bir adamın parayla onu tebdile ne hakkı vardı!

12 Kanunusani-Ocak 1332 (1916) Memduh Şevket Esendal

Sevgili okurum,

Dikkat ettiğiniz üzere bugünkü yazım, bir hikaye alıntıdır. Dönemin usta yazarı ve gazetecisi Memduh Şevket Esendal, insan ve toplum anlayışımızın çağdaşlaşmasında büyük emekleri olan bir şahsiyettir.

Kendisinin her hikayesinde onun geniş ve çok yönlü gözlem gücünü görebilirsiniz. Toplumunu, toplumunun her bir ferdini çok önemseyen bir yazardır. Sanatında toplumsaldır.

Toplumun derdiyle hemdert olabilen yazarımız, 1934 yılında CHP Roman Armağanı’nda derece almıştır.

“Bu hangi romandı?” acaba derseniz ‘Ayaşlı ile Kiracıları’ adlı romanıdır.

Sonbahara merhaba dediğimiz şu günlerde kitap okuyarak binlerce hikayenin içerisinde yolculuk yapmak, dallarından kopan yaprakların izini daha iyi fark etmemize yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.

Her hikaye, bir keşif ne de olsa…

“İhtiyar Çilingir”