Gezentilikten…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yurdumun cennet köşelerinin tüm insanlığa sunduğu güzelliklerinden, kültüründen ve nimetlerinden bir haftalığına bende payıma düşeni aldığım anlardan biriydi ve öğrendiklerimden…

“Kalıcı olmak istiyorsan bilgini paylaş, mutlu olmak istiyorsan da en az yılda bir kere gitmediğin bir yere git” Hindistan atasözünden yola çıkarak, Bozcaada’da çavuş ve vasilake üzümlerinden yapılan şarapları gün batımında yudumlarken denizler tanrısı Poseidon’un oğlu Kral Kyknos tafarından sandığın içinde denize bırakılan, onunda oğlu Tenes’in adası, Tenedos (Bozcaada)’ta; kuru tarım şeklindeki bağcılığı, en dökük rum evlerinin bile relöve-restarasyonu yaptırılarak türizmden parasal pay almayı maalesef adanın yerli halkı değil de İstanbul’un kargaşından kopup gelenlerin kaptığını içinde yaşayarak algıladık.

Çanakkale girişindeki arkeolojik kazılara hala devam eden, farklı zamanlarda 10 uygarlığı içinde barındırmış, bir tahta atın içindeki askerlerle savaşları yaşamış “Troia” antik kentinde, yakın siyasi tarihimizde büyük bententilerle oluşturulduğu söylenen “troykanın ayaklaları”nın artık kokmuş olduğunu da anladık.

Çanakkale’de üniversite gençliğinin yarattığı kente kültür sentezlerini görerek umutlanırken boğazın 6 km’lik diğer tarafında Eceabat’ın köhnemişliği, durağanlığı karşısında “Türkiye gerçeği”ni tekrar hatırladık. Çanakkale Evlerini Yaşatma Derneği (ÇEYAD) üyelerinin işlerinden, aşlarından zaman ayırarak oluşturdukları güçbirliği, dayanışma karşısında, bizim de bölgemizde Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı’na (ÇEKÜL) tam hakkıyla neden sahip çıkamadığımızı düşündük.

Gelibolu Yarımadası’nda emperyalizme karşı bir halkın ölerek de olsa karşı duruşu karşısında günümüzdeki boşvermişliği, paranın esareti ile adam sendeciliğe bakarak üzüldük, kahrolduk. Yüzbinlerce 18-22 yaş arası gencecik insan ölülerinin kemiklerinin arasından büyüyen o güzelim çam ağaçlarının altında dolaşırken sınır tanımaz insan egosunun, ülkelerin yöneticilerin kafasında şekillendiğinde, nasıl canavarlaştığını ve ne kadar çok cana malolduğunu, acıyla hissettik.

Denizler tanrısı Poseidon’un adası İmroz’da (Gökçeada), Rumların ağırlıklı olduğu Zeytinli köyünde madamın dibek kahvesini yudumlarken Gökçeada’da doğmuş 82 yaşındaki madama sordum:

-Sizinle aynı havayı, aynı suyu, aynı güneşi, aynı ekolojiyi paylaşıyor, benzer yaşam biçimlerinden geliyoruz yıllardan beri. Nedir sizinle bizim farkımız ki, sizin köyünüz bu kadar temiz, düzenli ve yaşanılır şekilde de, üç kilometre ötede veya Anadolu’da herhangi bizim köyümüz, bir o kadar pislik, koku, bakımsızlık, düzensizlik ve toz içinde.

Yılların izini gözlerinde taşıyan, tarih gibi madam net yanıtladı:

-Politikacılar ve yöneticiler…

Dayanamadım, ilave ettim:

-Bir de herkesin kendi evinin önünü süpürmemesi…

Gezentilikten…