Gerçek Karayip korsanlarının kenti

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Jamaika’nın güney kıyısında bulunan ve günümüzde küçük, sakin bir balıkçı köyü olan Port Royal, bir zamanlar çok büyük bir limana sahipti. Bu işlek ticaret merkezi, dünyanın en kötü şehri olarak biliniyordu. Safahat denince akla gelen ilk yerdi ve filmlere konu olan Karayiplerin gerçek korsanlarına ev sahipliği yapıyordu. Kristof Kolomb’un Jamaika’yı “gözlerin gördüğü en güzel ada” olarak tarif etmesinden beri İspanyollar, Jamaika’yı sahiplenmişlerdi ancak burayı daha çok ticaret yollarına yakınlığından dolayı, gemi tamiri ve bakımı için uygun bir liman olduğu için tutuyorlardı. Bu faydaları sebebiyle 150 yıldan fazla bir süredir İspanyollar tarafından kontrol edilen Jamaika, 1655’te bir İngiliz keşif kuvveti tarafından saldırıya uğradı ve hızla kârlı bir mülke dönüştü. Böylece Jamaika’nın güneyindeki doğal bir liman olan Port Royal, adadaki İngiliz yaşamının merkezi haline geldi. 1600’lerin sonunda Boston’dan sonra Yeni Dünya’da Avrupalıların yaşadığı en büyük ikinci şehirdi.

Stratejik önemini kavrayan İngilizler, liman girişini korumak adına etrafına kaleler inşa etti ancak İngiliz insan gücü, adayı korumak için yetersizdi. Bu nedenle zamanın valisi, korsanlarla iş birliği yapmak zorunda kaldı. Korsanlar, Jamaika’nın savunucuları olarak görüldükleri için gayet özgürdüler ve şehrin yetkilileri, onların istedikleri gibi davranmasına izin veriyorlardı. Zayıf bir şekilde savunulan İspanyol limanlarına saldırıp yağmalıyor; bu şekilde elde ettikleri zenginlikleri zevk ve sefaya harcıyorlardı. Port Royal’de alkol tüketimi oldukça fazla, barlar ve genelevler ise bayağı yaygındı. Şehir, her dört evden birinin bar ya da genelev olduğu söylenen bir korsan cennetiydi. Ünü öyle kötüye çıkmıştı ki buraya “Yeni Dünya’nın Sodomu” denmeye başlanmıştı.

Adadaki insanlar; geçimlerini bu kötü işlerden, köle ticaretinden, köle işçiliğinden ve korsanların İspanyollardan yağmaladıkları mallardan elde ettiği paradan sağlıyordu. Ayrıca konumu, onu bir ticaret merkezi haline getirmişti. Tüccarlar burada sadece köle değil, aynı zamanda şeker ve odun ticareti de yapıyorlardı. O zamana göre oldukça kalabalık olan şehirde yaklaşık 2500’ü köle 8000 kişi yaşamaktaydı. Şehir, aynı zamanda Karayiplerdeki kraliyet donanmasının da karargahıydı.

Ünlü korsan Kaptan Henry Morgan’ın 1674’te şövalye ilan edilip ertesi yıl vali olarak Jamaika’ya atanması, şehrin cazibesinin artmasına neden oldu. Morgan, tüm zamanların en başarılı ve en acımasız korsanlarından biriydi. Küba, Venezuela ve Panama’da bazı yerleri yağmalamış, bu yağmalardan oldukça büyük ganimet elde etmişti. Şehirleri savunmakla görevli bazı yetkililer, onun adını duyunca kaçıyorlardı. Bu ünlü şahsın ve İspanyol altınlarının varlığı, Port Royal’e tüccarların ve zanaatkarların akın etmesini, böylece diğer iş türlerinin de artmasını teşvik etti.

Port Royal’in yükselişi, ünlü korsan Morgan’ın ölümünden dört yıl sonra doğal bir afetle sona erecekti. Burası, mimari yapı olarak Londra’nın kopyası gibiydi. Evler; birbirine bitişik şekilde tuğladan inşa edilmiş, ağır, dik çatılı, genelde yüksek binalardı. Sokaklar ise oldukça dardı. 7 Haziran 1692’de öğleye doğru 7.5 büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bir deprem şehri vurdu. Onu takip eden sıvılaşma ve tsunami ile beraber felaketin boyutu daha da arttı. Deprem meydana geldiğinde insanlar neredeyse tamamen çaresizdi. Şehrin dar sokaklarına kaçmak da evde mahsur kalmak kadar tehlikeliydi. Büyük ölçüde kum üzerine inşa edilmiş şehir, deprem sırasında meydana gelen zemin sıvılaşmasından yani toprağın bataklık gibi yumuşayıp taşıma gücünü kaybetmesinden zarar gördü. Bu ağır yapıların bazıları yıkılırken çoğu toprağın altına çekildi. Kaçmaya çalışan insanlardan bir kısmı yıkılan duvarların altında kalırken bir kısmı ise canlı canlı toprağa gömüldü ancak felaket, bu kadarla bitmemişti. Şehre defalarca tsunami dalgaları vurdu ve geri kalan ne varsa denize sürükledi. Limanda bulunan gemiler telef oldu. Mezarlarından çıkan cesetler, felakette hayatını kaybedenlerin cesetleriyle birlikte suyun üzerinde yüzüyordu.

Deprem, en çok Port Royal’i etkilese de ana adada bulunan İspanyol şehri de yıkıldı. Adanın kuzey tarafında bile büyük bir trajedi yaşandı. Meydana gelen heyelanda 50 kadar kişi de burada öldü. Felaket sırasındaki yaralanmalar ve ardından baş gösteren hastalık nedeniyle yüzlerce kişi, toplamda ise 3000’e yakın kişi hayatını kaybetti. Yaşananlar, şehrin parlak döneminin sonunu getirdi. Port Royal, bir daha eskisi gibi olamadı.

Kötü şanı yüzünden şehrin uğradığı felaketin haberi yayıldığında din adamları ve kamuoyu, bunu günahkar bir şehrin Tanrı tarafından cezalandırılması olarak kabul etti. Onlara göre acımasız haydutların, fahişelerin ve tefecilerin yurdu olan bu ahlaksız şehir, makul bir şekilde ortadan kalkmıştı.

Bölgede daha sonra da yangınlar, depremler ve kasırgalar meydana geldi. Onlardan biri, 1907 yılında yaşanan depremdir. Bu depremin hatırası olan 45 derece yan yatmış “Giddy House” adlı bina, günümüzde Karayiplerin en ilginç turistik yerlerinden biridir. Meydana gelen bir diğer felaket de 1951’de Port Royal’i vuran Charlie kasırgasıdır. Bu kasırga da birçok mülkü yok etmiş ve orijinal tarihi binalardan sadece birkaçı ayakta kalabilmiştir.

Velhasıl 17. yüzyılın bu ünlü korsan şehrinin çoğu kısmı, şu an 24 metre suyun altındadır. Pek çok binanın bozulmadan suyun altına çökmesi nedeniyle Port Royal harabeleri, arkeolojik açıdan İtalya’daki Pompei harabeleri ile karşılaştırılır. Evler, sokaklar, kemerler suyun altında o dönemdeki haliyle durmaktadır. Tıpkı Pompei gibi o da felakete uğradığı zamanın günlük yaşamını yansıtan bir zaman kapsülü gibidir ve 1999 yılında Ulusal Miras Alanı ilan edilmiştir. Bazı arkeologlara göre burası, dünyanın en önemli su altı alanlarından biridir. Günümüzde bu önemli bölgede dalış yapmak için hükümetin özel erişim izni gerekmektedir.

Gerçek Karayip korsanlarının kenti