ELİNİN UCUYLA YAPMA ŞUNU!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kulakları çınlasın sevgili annem; ne zaman verdiği işi eğreti ya da gönülsüz yapsam, her defasında “elinin ucuyla yapma şunu kızım” derdi. Ve ben onu dinlemez, elimden bu kadar geliyor diye de şımarıklık yapardım. Hoş söylediği şeyler de; ya “kendi yatağını topla”dır ya da “kirlileri banyoya at, kızım” dır. Ama ben ya örtüyü eğri serer ya da bazı kirli çamaşırları da banyoya götürmeyi unuturdum.

Aslında söyledikleri o kadar mühimmiş ki; büyüdüğünde, birilerini yetiştirmeye başladığında veya başkalarının işini ya da kişisel gelişimini yüklendiğinizde anlıyorsunuz. Kadın boşuna onüçlü yaşlarda “adab-ı muaşeret” kitabını oku diye vermemiş bana.

Çok açıktır ki; evlatları analar yetiştiriyor. Ve anaların sadece okul anlamında öğrenim almaları değil, kendilerinin kişisel gelişimlerini ve toplumun kanayan yaralarına pansuman olacak şekilde eğitilmeleri de gerekiyor.

“kentsel dönüşemeyenler”:

Mesela, geçenlerde yazmıştım; “kentsel dönüşemeyenler” diye, hah işte bunlara ek; çocuk sokağa çöp atılmayacağını bilmeli, ya da tükürmenin ayıp olduğunu. Hatta bir yerde otururken yüksek sesle konuşulmayacağından, tecrübeli insanların bilgilerine saygı duyulmasına, oturduğu tren ya da otobüs koltuğunun arkasına ayaklarını dayamaması gerektiğine kadar bilmeli bu çocuklar.

Sokağa tahlil yaptırır gibi balgamını ata ata ya da parmakları ile burnundan ciğerlerine girip, onu da ilk gördüğü ağaca ya da yere boca eden zihniyeti çok merak ediyorum. Hele hele o çok sevdikleri çekirdek (çiğdem) kabuklarını, oturdukları yerde bir halı deseni edasıyla yere atanlar, içtikleri suların ya da kullandıkları paketlerin yere atılmayacağını bilip de bunu yapanlar neyi düşünmüyorlar onu da merak ediyorum aslında.

Ah analar ah! Bu konuda gerçekten içler acısı durumdayız.

Sevgili Analar! Sizlerin yetiştiremedikleriyle; kurban edilenler, bizler ve diğerlerimiz uğraşıyor bilin isterim.

“en son kalite bükücü şehir”:

Yukarıda anlatılan birinin bir işe girdiğini düşünelim, o da hizmet sektörü olsun. Bilirsiniz hizmet sektörü hem zordur hem de herkesi mutlu etmeniz mümkün değildir. O yüzden de işinizin ana temellerini titizlikle uygular, layığı ile yaparsanız, size düşen de; gün ya da gece sonunda verdiğiniz hizmetin hedef kitlenizi nasıl memnun ettiğinizin haklı gururudur.

Evinde bu görgüyü ve disiplini alamayan bireyin, çalıştığı yerde de gerekli eğitimleri hücrelerine geçiremeyip donatılmadığını düşünürseniz. Yazımın en sonlarında ki vahim olaylara rastlamamız çok olasıdır.

Ve evet yaşam kültüründe disiplin ve kuralları olmayan bireyler, kurumsal olmaya alışık olmayan DNA larıyla da birçok şansı elinin tersiyle ittiğinin bile farkında değiller. Ve böyle olunca da nasıl olsa bu halk ona buna ses çıkarmıyor ya da içine içine konuşuyor diye, alelaceleye de getirilir işler, elinin ucuyla da yapılır. Çünkü koca bir şehrin alışkanlığı bu görünüyor.

Ve bence “Ödemişin sorunu; kalifiye eleman olmamasından daha çok kaliteliyi yutmaya çalışması ve aslında daha büyük sorunu da insanların buna alışkın olması. “

Ne acıdır ki Ödemişlinin çoğu kendi şehri için mücadele etmezken (ki her şeyi ile mücadele eden kurumların başlarındakileri ve iş adamlarının bazılarını tenzih ederim), bense her bulunduğum ortamda yel değirmenlerine saldıran Donkişot (kadın versiyonu) misali; bir olmaktan, kaliteli olmaktan, birlikte kazanarak büyümekten ve de en azından insan gereği hakça çalışmaktan ve eğitilmekten bahsediyorum. (e şükür ki aynı pencereden baktığımı düşündüğüm kişi/kişilerle de bunu yapmaya gayret ediyoruz.)

“organizasyon hezimeti”:

Senin şehrinin başkanı şehit aileleri için iftar yemeği daveti veriyor ve sizler elinizin ucuyla hizmeti yerine getiriyorsunuz!

Ey organizasyon sahibi arkadaşlar; Hiç mi o masalar da Türk Bayrakları olmaz. Hiç mi o masalarda görsel çiçekler olmaz. Hadi hizmet edenlerin ellerine eldivenleri taktırdın diyelim, bari yarısını çorba kasesinin içine sokmaması gerektiğini de söyleseydin ya. Ya da o pirincin pişmesi gerektiğini, diri olursa hoş olmayacağını, yanında ki sıcak yemeğin gelişi güzel konulup tabağın boş kısımlarını dahi salça bulaştırılınca artık yemek görünümü alacağını, hatta bir tık daha ileri gidiyorum; “bunu insan yiyecek” imajını çalışanlarınızdan keşke eksik etmeseydiniz. Eğitim. Eğitim. Eğitim!

Sizler o gece görseli sıfır, tadı kötü, hizmette tasarrufa gidilirse ne olacağını bizlere bence çok etkileyici şekilde yaşattınız. Ha umarım protokolde bundan payını almıştır. Ha eğer onlara özel hizmet verildiyse de, iş daha da vahim diyeyim. İnsanı mevki veya o ya da bu şekilde hele hele böyle ortamlarda ayırmak zaten külliyen sahteciliktir ki amanın buna hiç girmeyeyim (!).

“bak sen kuzeyliye”:

Hal böyle olunca e biri de çıkar; Yahu kardeşim şunları elinizin ucuyla yapmayın ya da hiç bu işe soyunmayın diye yazar. Sonra da bu şehrin her olumsuzluğundan önce şehrin amirlerinin sonra da eli kalem tutan herkesin hatası der ve kendisini de işin içine koyarak; “bu durum, bu şehir de yaşayan ve gelişimine bir tuğla (bina değil aman diyeyim, mecazi manada kullandım) dahi koymaya tenezzül etmeyen veya üşenen hepimizin hatası” diye özeleştirisiyle de son noktayı koyar.

Sevgili kurum memurları, kullanın her bir vatandaşı, onu bunu bizi… Güzelim şehrin çehresi de insanlarının yaşayış kültürü de level (seviye) atlasın. Hadi siz ön ayak olun, bizler de hem takipçisi hem de yanınızda ki yardımcınız olalım. Dedim ve bu günü de burada noktaladım.

Tanrı, yüreğindekini beyninde güzelleştirip, kelamını şiir tadına dönüştüren gerçek insanlarla karşılaştırsın inşallah.

Sevgiler

ELİNİN UCUYLA YAPMA ŞUNU!