El alem ne der?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Başkalarının hakkımızda ne düşündüğünü bir kenara bırakıp da hayatımızı yaşayamadığımız aşikar. Pek bir meraklıyız bizden başka bireylerin neler yaptığı ile ilgilenmeye. Yok “Falancanın kızı memur olmuş”, yok “Filancanın oğlu küpe takmış”, “Falanca, filanca ile kavga etmiş”, “Bilmem kimin eltisine düğünde az altın takılmış”… Bizi alakadar etsin ya da etmesin her şeyin içinde bu kadar oluşumuz, ne kadar da iç karartıcı. Oysa bu kadar gereksiz bilgi kirliliği olmasa kendi hayatlarımızda çok daha farklı bireyler olmaya meyilliyiz ama ne hikmetse bizden başkalarının hayatlarını konuşmak, bize daha cazip geliyor.

Hal böyle olunca kişi, yapmak istediği davranışlardan hatta hayallerinden geri duruyor. Sırf toplumdaki diğer bireyler ona olmayacak sözler sarf etmesinler diye hem de. Kim bilir kaç cevher böyle yok olup gitti aramızda.

“Milletin ağzı torba değil ki büzesin” deyip geçivermişiz. İşin tuhaf yanı, birisinin yaptıklarını ya da hayatını eleştirirken hiç düşünmüyoruz “Acaba nasıl durumdaydı, sıkıntısı neydi? Belki de canı istedi de yaptı” diye. Peki ya eleştirdiğimiz o durum, bizim başımıza gelse biz nasıl davranırız?

Bize yanlış geleni eleştirirken de bir ölçümüz yok ki. Eleştirdiğimiz kişinin şahsına kadar hakaret etme cüretkarlığında bulunuyoruz. Hayatına müdahale ediyoruz hatta akıl vermeye kalkıyoruz. Oysa önce kendimizi, sonra karşımızdaki insanları rahat bıraksak ne güzel olmaz mı? Hepsi bir kenara herkes bizim düşündüğümüz gibi düşünse, bizim yaşadığımız gibi yaşasa bizim bir farkımız olur muydu?

Thomas More, yazmış olduğu ‘Ütopya’ isimli kitapta farklı inanışlara sahip bireylerin bir arada huzur içinde yaşadıklarını yazmıştı. Hayalden ibaret değildi bence bu. Hayatı hoşgörü ve anlayış içerisinde idare edebilmekti.

Bir filminde “Bu dünya, senden olmayanlarla hoştur. Onların sana verdiği ilimlerle, kıymetlerle, gönüllerle hoştur. Sadece senin gibiler değil, senden olmayan da çok yaşasın ki sen de yaşa. Hele bir de onun gözüyle gör şu fani dünyayı. Herkes beyaz olsa o zaman beyazı fark edemezsin ki değil mi?

Veyahut da siyah. Beyaz, en güzel siyahta belli eder kendini. Beni ben yapan yegane şey, benden olmayandır. O yoksa sen de yoksun. Ne anlamın kalır, ne rengin belli olur, ne de tadın…” dememiş miydi Sermiyan Midyat?

El alem ne der?