Dokuz günlük kraliçe

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dokuz günlük kraliçe olarak adlandırılan Jane Grey, çokça evlenmesiyle ve eşlerinden bazılarını öldürtmesiyle ünlü VIII. Henry’nin kız kardeşi Mary’nin torunu yani VIII. Henry’nin yeğenlerindendi. Ne yazık ki tarihte ismi trajik sonuyla ve İngiliz tarihindeki en kısa süreli saltanatıyla hatırlanır.

VIII. Henry öldüğünde yerine üçüncü karısı Jane Seymour’dan olan tek meşru oğlu Edward, VI.Edward olarak tahta çıkmıştı. Ancak henüz çok küçüktü, on yaşını bile doldurmamıştı. Bu nedenle tahta geçtikten sonra Somerset ve Northumberland dükleri gibi hırslı Protestan devlet adamları tarafından kontrol edildi. Edward’ın bünyesi pek güçlü değildi ve çok uzun bir saltanat süremedi. 16 yaşını göremeden 6 Temmuz 1553’te tüberkülozdan vefat etti.

Edward ölüm döşeğindeyken koruyucularından Northumberland Dükü John Dudley, krala kız kardeşi Mary’nin tahta geçmesi halinde Katolik bir prensle evleneceğini ve böylece İngiltere’nin yeniden Papa’nın hakimiyetine gireceğini söyledi. Protestan olarak yetişen ve babasının başlattığı Protestan reformunu devam ettiren Edward, buna razı olamazdı. Böylece Dudley, amacına ulaştı ve krala kanuna aykırı bir vasiyetname imzalattı. Buna göre kendisinden sonra tahta Leydi Jane Grey geçecek ve saltanat, onun erkek çocuklarına intikal edecekti. Kız kardeşleri Mary ve Elizabeth’in tahta geçme hakları yoktu. John Dudley bununla da kalmamış, daha önceden oğlu Guildford Dudley’i Jane Grey ile evlendirmişti. Böylece kraliçenin kayınpederi olarak yönetimde söz sahibi olup çok kuvvetli bir konuma gelmeyi garantiliyordu. Dudley, o kadar hırslıydı ki kesin olmamakla birlikte kralın vasiyetnameye razı olup imzalamadan ölmemesini sağlamak için kendisine azar azar arsenik verip ölümünü uzattığı rivayet edilmektedir.

Jane Grey, soylu ailesinden dolayı çok iyi bir eğitim almış 16 yaşında bir genç kızdı ve taht sırasında beşinciydi. Tahtın gerçek varisi olan VIII. Henry’nin ilk karısı Aragonlu Catherine’den olan kızı Mary, Jane’i çok sever; onunla sık sık görüşürdü. Ancak etrafındaki güçlü adamların ve ailesinin iktidar hırsı, Jane’i Mary’nin karşısına çıkardı. Kraliyet konseyi, kralın vasiyetini yerine getirme konusunda isteksiz ve endişeli olsa da Dudley onları ikna etti ve Edward’ın ölümünden dört gün sonra Jane, pek de istekli olmayarak tahta çıktı.

Northumberland Dükü Dudley, bunlarla da kalmayarak kralın el yazısını taklit edip kız kardeşleri Mary ve Elizabeth’e mektup yazmış; ölüm halinde olduğunu ve kendilerini görmek istediğini belirtmişti. Elizabeth, çok kurnazca bir cevap vererek hasta olduğunu ve gelemeyeceğini bildirdi. Ancak Mary, kralın öldüğünden haberdar değildi ve hazırlanıp gitmeye koyuldu. Bu sırada sadık adamlarından biri kendisine bunun bir tuzak olduğunu, gitmesi halinde idam edileceğini haber verdi. Mary, çaresiz bir şekilde beklemeye başladı. İngiltere’nin büyük çoğunluğu halen Katolik’ti ve Mary, Katolikler arasında çok popülerdi. VIII. Henry’nin kızı olarak yasal iddiasına inanan herkes onu destekliyordu. Üstelik halk, Northumberland Dükü Dudley’den hiç hoşlanmıyordu. Jane’in kraliçe olmasının arkasında onun olduğu öğrenilince veraset yasasından dolayı büyük bir muhalefetle karşılaştı. Sekiz gün sonra Londra halkı ve kraliyet konseyi üyeleri, Jane’i bir kenara atarak kraliçeleri olarak Mary’i selamlamakta, sadakat gösterilerinde bulunup bağlılıklarını bildirmekteydiler.

Kısa saltanatı 19 Temmuz 1553’te tahttan feragat etmekle sona erince zavallı Jane, Londra Kulesi’nin bir odasına hapsedilmiş, akıbetini beklemekteydi. Aslında Mary, tahta geçmenin verdiği sevinçle her suçluyu, hatta kendisine ihanet eden Northumberland Dükü Dudley’i bile affetmeye hazırdı ancak etrafındaki akıllı devlet adamlarının her merhamet gösterisinin kendisini tehlikeye düşüreceğini telkin etmeleriyle Dudley’i affetmekten vazgeçti. Dudley, kraliçeye ihanet suçundan 22 Ağustos 1553’te kafası kesilmek suretiyle idam edildi. Mary, bundan sonra Jane’in akıbeti konusunda düşünmeye başladı. Bir yandan Jane hayatta olduğu sürece tahtını da hayatını da kaybedebileceği ihtimalini düşünüyor; bir yandan da çok sevdiği ve etrafındakilerin hırslarına boyun eğmek zorunda kalan kuzeninin masumiyetine inanıyor, onu affetmek istiyordu. Fakat kraliyet konseyi üyeleri, Jane Grey ve kocası Guildford Dudley’nin ihanet suçu ile yargılanıp idam edilmeleri konusunda ısrar ediyordu. Sonunda mahkemeye çıktılar ve ikisi de ihanetten suçlu bulundu. Jane, kraliçenin seçimine göre yakılarak ya da başı kesilerek idam edilecekti.

Mahkemenin aldığı bu idam kararını kraliçenin onaylaması gerekiyordu. Mary ise düşünmeye devam ediyor, idam kararını onaylamayı erteliyordu. Bu sıralarda Mary, İspanya kralının oğlu Philip ile evlenmişti. İspanya Katolik olduğundan İngiltere’deki Protestanlar bu evliliği hoş karşılamadı ve bir isyan patlak verdi. İsyancılar, Katolik Mary’yi tahttan indirip Protestan olan kız kardeşi Elizabeth’i tahta geçirmek istiyorlardı. Jane’in babası da bu isyana destek verdi ve isyana önderlik eden Thomas Wyatt ile görüştü çünkü Mary tahttan indirilirse kızının tekrar kraliçe olabileceğine inanıyordu. Babasının isyanı desteklediği haberini alan Jane, artık kurtulamayacağından emindi.

İsyan bastırıldı ve Mary Tudor, yine duruma hâkim oldu. Kraliyet Konseyi, isyanın başında bulunan Thomas Wyatt ile beraber ona destek veren Jane’in babasının ve daha önceden haklarında idam kararı verilen Jane ve kocasının cezalandırılması gerektiğini bildirdiler. İsyanın bastırılmasından bir gün sonra Mary, önceden imzalamakta tereddüt ettiği kararı onaylamak zorunda kaldı.

12 Şubat 1554 günü önce Jane’in kocası idam edildi. Jane’i teselli etmesi ve son dakikalarına hazırlaması için yanına bir rahip gönderildi. Jane, kararı sükunetle karşılamıştı. Kendisini idam yerine götürmek için kalabalık, göz alıcı bir kortej hazırlanmıştı. Jane, elinde dua kitabını tutarak; arkasında eli baltalı iri yarı celladı, yanında matem elbiseleri giymiş yardımcıları ve bir rahiple birlikte bu kortej arasında ilerlemekteydi. İdam yerine vardığı zaman gözyaşları içinde hizmetçileriyle vedalaştı. İdamı izlemeye gelenler, bu gencecik kızın sonunu üzüntüyle izlemekteydiler.

Jane, dokunaklı bir konuşma yaparak istemeden kraliçenin yasasını ihlal ettiğini ve bu yüzden ölmeye geldiğini ancak bunun kendi suçu olmadığı için Tanrı’nın önünde masum olduğunu söyledi. Ardından rahiple birlikte dua etti. Daha sonra cellat, diz çökerek bu vazifeyi yapmak zorunda olduğu için eski kraliçeden af diledi. Bir bez parçası ile genç kadının gözleri bağlandı. Bu andan sonra Jane dehşete kapılmıştı. “Ne yapacağım, başımı nereye koyacağım?” diye bağırdı. Rahip, omzuna dokunarak kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Jane, Tanrı’ya, “Efendimiz, ruhumu senin ellerine teslim ediyorum” dedi.

Cellada seslenerek, “Çabuk olun, başımı bir defada kesin” diye ricada bulundu. Cellat, Jane’in istediği gibi hızlı bir vuruşla başını gövdesinden ayırdı.

Velhasıl Jane’in genç yaştaki bu trajik ölümü, insanları çok üzdü ve Jane, bir Protestan şehidi olarak kabul edilip saygı gördü. O, etrafındaki güçlü devlet adamlarının hırslarına yenik düşmüş masum bir kurbandı. Ölümü, uzun yıllar sonra bile sanatçılara ilham oldu. Nitekim 1833’te Fransız ressam Paul Delaroche’un yaptığı “Leydi Jane Grey’in İnfazı” adlı ünlü tablosu buna örnektir.

Dokuz günlük kraliçe