Derdin böylesi!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Atatürk’ün Fransız düşünce yapısından ve Fransız filozoflarından, özellikle de Auguste Comte ve Jean Jacques Rousseau’dan fazlasıyla etkilenmiş olduğunu, düşünce yapılarını kendi gönül iklimiyle harmanladığı da sır değil. Bahsetmiş olduğum her iki filozof da toplumcu görüşleriyle ön plana çıkmışlardır. “Birey mi toplum mu?” sorusuna öncelikle “Toplum olmazsa” diye cevap veren bu düşünce adamları, bireysel plan ile toplumsal plan arasına sınır çizebilmişlerdir. Bunu neden mi anlatıyorum çünkü Atatürk de bireysel anlamda gönül dünyasında inancı farklı tanımlayacaktır. Aynı zamanda da aynı Atatürk, ülkesinin toplumunun en önemli harcı olarak din gerçeğini kabullenmiştir. Hepten, topyekun kim ne anlatırsa “Din buymuş” diyerek akıl süzgecinden geçirmeden dini kabullenmemiştir. Öncelikle kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’i dönemin en iyi Arapça bilen ve İslam ilahiyatı bilgisine sahip müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’a tercüme ettirmiştir.

Türkçe tercüme çalışmasının gerekli gerekçesini de yine Atamızın kendi ifadelerinden anlamaya çalışalım; “Din, lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa takımının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.”

Yazılarımda genellikle bahsederim; bireysel anlamda inançsız da olabilir bir kişi, bu farklı bir şey ama mevzubahis toplumsal menfaatler ise din ile İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan bir hoca gibi ilgilenmek zorundayız. “Neden mi?” diye soruyorsan cevabını bir önceki paragrafta Atatürk’ümüz, kendi görüşleriyle zaten cevaplamış bulunuyor.

İslamiyet ve kutsal kitabı Kuran-ı Kerim hakkında doğru dürüst bilgisi olmayan kişi zannediyor ki tasavvuf, tarikat, mezhep, hacı hocaların her söylediği, İslamiyet içindedir ya da Kuran-ı Kerim’dendir. Bir ölçümüz yoksa hiçbir sınır yok demektir. Öyleyse bir dinin bir kitabı varsa merkezdeki ölçü, bu kutsal kitap olmalıdır.

Uzun yıllardan beri dinler üzerinde çalışmalar yapıyorum. Tüm samimiyetimle belirteyim ki çoğu kişi hep zan ile hareket ediyor. İslam ile Kuran-ı Kerim ile uzaktan yakından ilgisi olmayan nice şey din zannediliyor çünkü kişi, kendi okuyup düşünme hakkını başkasına emanet etmiş. Kendimiz okuyup sorgulayarak kritik etmiyoruz. “Falanca hoca, filanca hacı, şeyh, şıh ne der?” diye hareket ediliyor ki 15 Temmuz kalkışmasının temel dinamiğini bu tutumlar hazırlamıştır. Toplumsal anarşinin sebebi, yine toplumun bizzat kendisidir.

Din üzerinden peygamberden geçinenler ne kadar fazla ise yine aynı şekilde Atatürk’ten de çıkarını sağlayan, kitabını sattıran, program yapan, daha ötesi ve korkuncu Atatürk’ü “Din ile işi olmazdı” diyerek dini inancı toplumdan kapı dışarı etmeye sene be sene çalışan kişilerin varlığı, bugünün Türkiye’sini inşa etmiştir.

15 Temmuz’da bu kişilerin de suçu büyüktür. Bunlar, görünüşte hükümetin yanlış politikalarını eleştirmekle uğraştıklarını söyleseler de gerçeklikte “Kazın ayağı öyle değil” dedirtecek cinsten dini dışlayarak kendilerince akçeli işlere onlar da bulaşmış durumdadır.

Gece gündüz iktidarın nasıl dini kullandıklarını, dinden geçindiklerini anlatan bu bahsettiğim kesim de anlayacağınız pek de masum değildir. Dediğim gibi birileri dini kullanıyor, bu doğru fakat Atatürkçü ya da Kemalist olduklarını söyleyenlerin pek çoğu da laikliğin dinsizlik olduğunu lanse etmekten geçindi, geçiniyor. Perde arkasında oyun farklı boyutlardadır.

Yakın bir zaman önce şimdi gazete sahibi olmuş, uzun yıllar da muhabirlik ve temsilcilik yapmış bir gazeteci yazar büyüğüm ile bu görüş ayrılığından dolayı aramız açıldı. Şimdi dayanamayıp sorarsın sevgili okurum; “Kim acabaaa gııııı?” diye. Ahhh benim Meraklı Melahat’ım ahhh…

Gazetesinde ayet-sure bahsedilmeyecek; gerçek Atatürkçü Egeli bir hatunun ağzına bu kadar din iman yakışıyor muymuş! Mesele, benim şahsi inancım mı yoksa bir toplumun olmazsa olmazı dini inancı birilerinin tekeline bırakmamak adına çırpınmalarım mı?

Hiçbir partiye gönlümü kaptırmış değilim, geçimimi de bir partiyi şakşaklamakla ya da ötekini yuhalamakla temin etmiyorum. Hepsini de belli bir mesafeden kritik ederek toplumun çıkarına uygun politikaları destekleyip takdir ediyorum; uygun olmayanlara da hangi partiden, ideolojiden kim ne derse desin eleştirel yaklaşıyorum. Siyasi bir gazetede yazı yazan bir köşe yazarı da böylesi bir ahlakta olmalıdır zaten. Herkesle konuşabilmeli; her fikirden, her partiden, her ideolojiden, dinden, felsefeden konuşmalar yapabilmeli, insanlarla teşriki mesai kurabilmelidir. Hakiki anlamda gazetecilik budur. Birilerinin adamı olmak, bir partinin şarlayanı, diğerinin yuhlatıcısı olmak ya da toplumun değerlerine, inancına saldırmak hiç değildir.

Dini anlamda açıklamalar yapmaya gelince tekrar belirteyim ki kişi, bireysel anlamda deist yani dinsiz, ateist yani tanrısız olabilir. Bu, evrene gönderdiği enerji ve geri dönüşümüyle ilgilidir. Bu ayrı bir şey. Toplumsal-siyasal anlamda yaşadığı ülkede genel ekseriyetin dini inancı ile kişinin ilgilenmesi, hem de bu ülkeyi bize emanet eden Ata’nın bu konuda defaatle yapmış olduğu açıklamalar var ise mevzunun ne kadar önemli olduğunu lütfen bir de siz tefekkür ediniz.

Sonra “Birileri ülkeyi nereye götürüyor? Dini imanı kullanıyor” diye feryat edersiniz ama yine çok samimice söyleyeyim; bu ülkeye dini imanı kullananlar kadar kendisini Atatürkçü-Kemalist gösteren bir zümre de çok zarar verdi, halen de veriyor.

“Atatürkçü mü Kemalist mi?” ayrımcılıkları ile toplumda başka kutuplaşmalar açanların derdi ama gerçek derdi ne acaba?

Birkaç nesil, laikliği dinsizlik olarak öğrendi. Atatürk ile Peygamber’i birileri yüzünden hep karşılaştırıp yarıştırdı. Ne mi oldu sonrasında? Son yirmi yılda olanlar, bu sorunun sadece bir bölümünü cevaplayacaktır.

Hem Osmanlı torunu hem Türkiye Cumhuriyeti’nin evladı olarak toplumsal anlamda Mustafa Kemal Atatürk milliyetçisi ve Kuran-ı Kerim Müslümanı olan biri olarak çok sevdiğim bir surenin ayeti ile derdimi izninizle hülasa edeyim.

Kuran-ı Kerim’de Yunus Suresi 100. ayet-i kerime: “Aklını kullanmayanların, düşünme yetisini çalıştırmayanların üzerine pislik yağar.”

Derdin böylesi!