Delilik ve deha arasında

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yaratıcılık ve ruhsal hastalıklar arasındaki bağlantı, yıllardır araştırmacıların ilgi odağı olmuştur. Akıl hastalıkları, hastanın yaratıcılığı ve kendilerini nasıl ifade ettikleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Sanat dünyasındaki pek çok isim; anksiyete, mani, bipolar bozukluk, şizofreni ve depresyon gibi ruhsal sıkıntılarla uğraşmıştır. Bu hastalıklar ve etkileri, dünyanın en ünlü resimlerinde ya da çeşitli sanat dallarında görülebilir. Araştırmalarla sanatçılar gibi yaratıcı bir kariyer peşinde koşan bireylerde akıl hastalığına sahip olma kapasitesinin daha yüksek olduğu sonucu ortaya konulmuştur.

İsveç’te bulunan Karolinska Enstitüsü tarafından yürütülen bir araştırma; yazarların kaygı, şizofreni ve madde bağımlılığından mustarip olma riskinin daha yüksek olduğunu bulmuştur. Araştırmaları sürdüren bilim insanları, yazarların bipolar olma olasılığının çok yüksek ve intihar etme olasılığının normal bir insana göre daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır.

Belki de ruhsal durumu karmaşık olan birçok sanatçı, daha sanat terapisi kavramının ortaya çıkmadığı geçmiş dönemlerde sanat aracılığıyla travmalarını hafifletmişti. Zihinlerinin iç işleyişini bu yolla ifade etmeye ve kendilerini bu şekilde oyalayıp sorunlarından uzaklaşmaya çalışmışlardı. Böylece insanlığa birçok değerli ve özgün eserler bıraktılar.

Ruhsal sorunları olan ressamlardan en ünlüsü, Hollandalı sanatçı Vincent Van Gogh’tur. Sanatçı, sara hastasıydı ancak tek rahatsızlığı bu değildi. Melankolik bir ruh hali ve bipolar kişilik bozukluğu da vardı. Hastalıklarının bilincindeydi ama bunlar için ve yaşadığı olumsuz durumlar için kendini suçluyordu. Bir gün yanına gelmesini çok istediği ressam arkadaşı Gauguin, kendisini ziyarete geldi ve aynı evde yaşamaya başladılar. Birkaç ay sonra Van Gogh ve Gauguin arasında ciddi bir tartışma yaşandı. Van Gogh, ressam arkadaşına bıçak çekti. Gauguin, evi terk ederek geceyi bir otelde geçirdi. Van Gogh ise sinirine hakim olamadı ve kendi kulağından bir parça kesti. Gauguin, sabah eve geldiğinde arkadaşını kan kaybından yarı baygın yatarken buldu; kardeşine haber verdikten sonra oradan ayrıldı. Bir süre sonra Van Gogh iyileşti; 1888 Ocak ayında hastaneden taburcu oldu fakat bir daha eski haline dönemedi. Şubat ayında ise rahatsızlıkları yeniden nüksetti.

Bir yıl akıl hastanesinde kaldı ve burada kaldığı süre boyunca da resim yapmaya devam etti. Oradaki hastalardan tek farkı, resim yaparak ruhunu doyurmasıydı. Sıra dışı sanatçı, yaptığı resimler ve renklere yüklediği anlamlarla bir bakıma hastalığını denetim altında tutuyordu. Hastaneden çıktıktan sonra eski sıkıntıları tekrar baş gösterdi. Krizleri daha da arttı ve etkileri daha uzun sürmeye başladı. Hayatını Theo adlı kardeşinin yardımlarıyla sürdürüyordu ancak Theo’nun eşi ve çocuğu vardı. Kendisinin de maddi olarak ona yük olması Van Gogh’u rahatsız ediyor, hastalıklarının yanında bunu da dert ediniyordu. Tutunduğu tek şey resim yapmaktı ve 27 yaşında resme başlayan ressam, hayatının son dönemlerinde resim yapmaya çok daha fazla ağırlık vermişti. Hayatının son iki ayı içerisinde 80 tabloya imza atmıştı.

Van Gogh, kendini çok yalnız hissediyordu; resimleri satılmıyor, maddi olarak kardeşi Theo’ya bağlı yaşıyor ve hastalıkları yüzünden sıkıntı çekiyordu. Ruhsal durumu iyice bozulan ressam, 27 Temmuz 1890’da göğsüne ateş edip kendini vurdu. Kurşun kalbine isabet etmediğinden ancak iki gün sonra öldü. Resimleriyle hayata tutunabilen ünlü ressam, yine onlar tarafından ebedi kılındı.

Dünyanın en tanınmış tablolarından biri olan Çığlık’ın ressamı Norveçli sanatçı Edvard Munch da hayatı boyunca ruhsal sorunlarıyla uğraşmıştı. Daha beş yaşındayken tüberkülozdan annesini kaybetti. İlerleyen yıllarda kendisi de tüberküloza yakalandı ama kurtuldu. Kendisi kadar şanslı olmayan kız kardeşi ise yine aynı hastalıktan hayatını yitirdi. Diğer bir kız kardeşine şizofreni teşhisi kondu. Babası ise depresyondan mustaripti. Yaşadığı kayıpların yanı sıra büyük bir yoksulluğun da pençesindeydiler. Bu travmalar, sanatçıda oldukça çalkantılı bir ruh haline sebep oldu ve bu durum, ömrü boyunca devam etti. Eserlerini yaparken bu duygusal kargaşa ve travmadan ilham aldı. Bu konuda günlüğüne şöyle yazmıştı: “Hastalığım gibi yaşam korkum da benim için gerekli. Onlar benden ayırt edilemezler ve yok edilmeleri sanatımı mahveder.”

Munch, ölümden ve lanetlenmekten aşırı derecede korkardı. Geceleri bu korkuyla uyanırdı. Gördüğü ölümler, eserlerine de yansıdı. Hasta Çocuk adlı şaheseri, kardeşi Sophie’nin ölüm döşeğindeki haliydi. 26 yaşındayken babasını da kaybeden ressam, iyice umutsuzluğa kapıldı. Sürekli intihar etmeyi düşünse de içindeki derin acıyı resim yaparak bastırdı. Çığlık adlı tablosu, basit bir hayal gücünün ürünü değildi. Sanatçının bir gün bulunduğu yerle gördüğü manzara karşısında hissettikleri ve bunun içinde yarattığı sıkıntıdan kaynaklanan çaresizlik hissiyle yapılmıştı. Şizofreni hastası kardeşinin kapatıldığı akıl hastanesi ve şehrin mezbahasının bulunduğu bu yer, kırmızı bir gökyüzüyle de birleşince ressam, doğanın içinden kocaman bir çığlığın geçtiğini duyumsamıştı.

1902’de ayrıldığı ama peşini bırakmayan sevgilisi kendisiyle görüşmek istediğini, eğer gelmezse intihar edeceğini yazınca Munch, onu görmeye gitti. Aralarındaki tartışma sonucu kimin ateşlediği bilinmeyen bir silah patladı ve ressamın sağ elinin orta parmağı parçalandı. Munch, bir süre sonra iyileşti ama eli ömür boyu sakat kaldı. Bir süre sonra alkolden kaynaklanan felç nöbetleri geçirmeye başlayınca hastaneye yatırıldı. Taburcu olduğunda gayet iyi hissediyordu ve tekrar resim yapmaya başladı. Hastalıkları tam olarak peşini bırakmasa da Munch, başarılı çalışmalarıyla takdir görüyor ve iyi kazanıyordu. Bu bakımdan Van Gogh’tan daha şanslıydı. 1930’da geçirdiği bir göz rahatsızlığı nedeniyle çalışmalarını yavaşlattı. Hayatının sonlarına doğru sağlığı iyice bozulmaya başladı. Nazilerin yükselişiyle birlikte Hitler, modern sanatı yozlaşma kaynağı olarak kabul etti ve Munch’ın eserleri de birçok ressamın eserleriyle birlikte dejenere sanat kategorisine alındı. Alman kuvvetleri 1940’ta Norveç’i istila edince Munch, oldukça korktu ve sanatına sığındı. 23 Ocak 1944’te sekseninci doğum gününden bir ay kadar sonra öldüğünde ardında binlerce eser bırakmıştı.

Velhasıl bu iki büyük sanatçı, hastalıklarıyla boğuştular ve hezeyanlarından kurtulamadılar ancak hastalıkları onlara engel olmadı, hatta belki sahip oldukları yetenekle bağlantılıydı. İçlerindeki dehayla rahatsızlıklarını ve bunların kendilerine hissettirdiklerini tuvale aktararak sanata dönüştürdüler. Bu şekilde yarattıkları muhteşem eserleri de dünyaya miras bıraktılar. Bugün her biri milyonlarca dolar değerinde olan bu resimler, müzelerde ya da özel koleksiyonlardadır.

Delilik ve deha arasında