“Dağlarda nar tanem”

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İstisnalar kaideyi bozmazsa “Hakkınızı nasıl öderiz sizin canım öğretmenim” sözleri de tarih denilen mazi sandığında yerini alırken…

Malumunuz, eğitim-öğretim dünyamızda uzun yıllardır süre gelen bir cebelleş durumları söz konusu. Son yıllarda hemen her kurumda sıkıntılar, haddinden fazla mevcut. Umutsuzlukla boş vermek, sorumsuz ve lakayt davranmak yerine üzerimize düşenin en iyisini yapmak zorundayız.

Her zaman genç arkadaşlarıma söylerim; “Öğretmenlik mesleğinde sözleşmeli-kadrolu, devlet öğretmeni ya da özel sektörde çalışan olarak ayrımlar yapılsa da nihayetinde bu tür sınıflamalar, öğretmenlik mesleğinin ruhuna uygun olmaz” diye… Öğretmenlik, sevgiye dayalı emek işidir. Öğretmen olan kişi; öğretmekten keyif alıyorsa, görevini en iyi şekilde yerine getiriyorsa hedef yerini bulmuştur.

Rıfat Ilgaz’ın romanı Hababam Sınıfı, edebi metin olarak da verdiği mesajlarla benim bakış açılarıma zenginlik katmıştır. Romandan uyarlanan filmde müdür muavini Kel Mahmut Hoca’nın söylediği üzere eğitim, sadece okul denilen dört duvarla sınırlı değildir. Eğitim, her zaman her yerde mevcuttur; yeter ki biz bu gerçeğin şuurunda olalım, haksız mıyım?

Niye başlığı nar tanem yaptım? Çünkü dağlardaki nar tanesi çok kıymetlidir. İster istemez bu kıymete ulaşmak için dağ yolculuğu yapmak gerekir. Dağdaki nar tanesine ulaşmak için meşakkat gerekiyor, yani zahmet.

Öte yandan dağ sembolü, çileyi sembolize etse de nar ise ferahlığı ve huzuru çağrıştırır. Her iki kavramı birlikte kullanmamın nedeni, zorlukla birlikte kolaylık ve huzurun da peşi sıra geleceğini anlatmak içindi. Aynı zamanda da bir Kayahan şarkısıdır Dağlarda Nar Tanem…

Bugünlerde 60’ların öğretmenlerini bulmak; idealist, vizyonu olan eğitimcilerin varlığı, dağlardaki nar tanelerini anımsatır. O yıllarda çocuk olan babalarımız-annelerimiz, öğretmenlerini anlatırken “Onlar bizim için öğretmenden ziyade bir aile idi, sığınaktı” derler.

Babamın annesi de babası da o daha ilkokul öğrencisiyken vefat etmişler. Babam her zaman, “İlkokul öğretmenim, hem annem hem babam oldu” diye gözyaşlarıyla anlatır. Kim bilir, bu yüzden ben de öğretmen olmaya tutkunum.

Biliyorum, şimdi diyeceksiniz “Ama nerede o eski öğrenciler, nerede o zamane insanları? Bugünün çocukları, gençleri ve de yetişkinleri ne alemde?”

Bu sorunuzun cevabı, genişlik ve derinlik isteyen başlı başına bir konu sevgili okurum. Sizin düşüncelerinize hak vermekle birlikte her ne olursa olsun mesleğin özündeki sonsuzluğa açılan agapeyi hatırlatmak isterim. “Agape mi?” diye bir başka soru soruyorsun, hemencecik açıklayayım. Agape, herhangi bir çıkar ve menfaat gözetmeden duyulan muhabbet, sevgi!

Öğretmenlik, bu zaman diliminde yıpranan ve yıpratılan bir meslek olsa da derininde menfaatsiz duyulan bir sevgisel hizmete dayalıdır. Böylesi bir hizmeti yerine getirirken devlette kadrolu öğretmen olarak yer edinmek ya da edinmemek, pek de sinirlerimizi bozmamalı diye önce kendi nefsime telkin veriyorum. Sonra da bu işe gönül veren genç arkadaşlara naçizane tavsiye benimkisi.

İnanın, tüm samimiyetimle söyleyeyim devletlulara bir mektup yazdım. Hani Başkanlık Sistemi gelince her problem çözüme kavuşacaktı diye. 24 Haziran 2018, Başkanlık Sistemi’nin hayata geçiş tarihidir. Aradan geçen iki senede ne değişti olumsuzluklar adına? Bu çok önemli sene-i devriye, sessiz sedasız, törensiz açıklamasız geçiştirildi. Bir seneden fazla da üzerine koyalım (16 Nisan 2017 referandumu) 3-3.5 sene önce sistemi kabul ettirmek için dile getirilen sınırsız vaatlerden pırıltılı cümlelerden eser kalmadı. Bari şu eğitimdeki sorunlar giderilseydi !

Eğitim kurumu yaralı, bir toplumun öğretmeni sorunluysa toplum olarak da yaralı ve sorunluyuz demektir. Sadece öğrenci olmak değil, bu coğrafyada öğretmen olmak da ciddi anlamda çetrefilli bir mevzu olarak sıcaklığını korumaya devam ediyor lakin inancımız gereği biliyoruz ki her zorlukta bir çıkış yolu vardır; ümitvar olmayı ve eğitim için eğitimi hiçbir zaman bırakmamalıyız.

Bir zamanların öğretmenleri köy öğretmenlerini düşünelim. Onların da yaşam kaliteleri pek yüksek değildi, onların da nice problemleri vardı. Yine de ne hikmetse sadece öğretmen değil, aynı zamanda birer yaşam koçuydular, hayatta rol modeldiler. Topluma dair, hayata dair her şeyden haberdar olan birer anne, birer baba şefkatinde nice gönülleri fethettiler. Hiç şüphesiz gerçek anlamda cihadı onlar, kalpleri kazanarak işlediler.

“Yazar hanım! Sen hangi kafayı yaşıyor, ne semiriyorsun sofrada? Tuzun kuru galiba. Kalple, sevgiyle karın mı doyuyor?” diye atarlanma lütfen.

Köy öğretmenleri, aynı zamanda bir zanaatkardı. Aç kalmak, açıkta kalmak gibi düşünceler yerine beyinlerinde her halükarda çalışmak, çabalamak, üretmek ve öğretmek gibi misyonları, vizyonları vardı.

Ne dersiniz, imkansız mı?

“Önce sen yap da görelim” diyorsan elimden geleni yapıyorum, inanın.

“Yok illa ki devlette kadrolu olalım, şu kadar maaş alalım diye bekleyelim mi? Bekleyerek her şey daha mı iyi olacak?” diye şimdi de ben size sual edebilir miyim? Geçiştirmek yok. Hadi bakalım; biraz da siz konuşun, siz anlatın. Ben, sizi duyumsarım.

“Dağlarda nar tanem”