Civelek Mahallesi

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gele gele geldik bir kara taşa/Yazılanlar gelir sağ olan başa/Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…” türkünün sözlerine dalmış, ocaktaki yemeğini yakmıştı. Yanan sadece yemek miydi ki, yüreği de yanıyordu. Neydi o geçen gün Asabisin Sen Hanım’ın sinir krizine yakalanmış, tehditvari kutuplaşmaları körükleyen konuşmaları! “Gerek var mı bu tür söylemlere?” diye kendini çimdikledi Baldudak Hayriye Hanım.

Er geç hepimiz ölümü tadacaktık ama “Şu ayrılıklar, ahhh şu kırgınlıklar olmasa” diye içlendi Baldudak Hanım. Asabisin Sen, sürekli kavga dilini kullanıyordu. Başörtülü-başörtüsüz, mini etekli-çarşaflı, sakallı-şapkalı diye hep şablonlardı. Huzursuzluklardan adeta gıdalanırdı. Kim bilir, belki de adına bu yüzden Asabisin Sen diyorlardı. Bazıları kargaşayı seviyor olmalı ki Asabisin gibiler ortalıkta rahatlıkla haykırıyordu. Böylesi anlarda içinden “Bir yer var uzakta, gitmesek de gelmesek o yer bizimdir” demek geliyordu.

Senden-benden ayrımcılıklarının yaşanmadığı nadir yerlerden biriydi Civelek Mahallesi… Osmanlı beyefendisi Abuzittin Efendi’nin muhtar olmasıyla daha da renklenen mahalle, evlerimizin sanki bahçesiydi.

Ne kadar çok özlemişti mahallesini, komşularını, özellikle de mahallenin Yetiş Ablası’nı. Kocası Rum Terziyan Amca takmıştı bu adı. Eh, boşuna ona Yetiş dememişlerdi. Kimin derdi varsa derman olmak için fırıldak olurdu, özellikle de yaşlılar için… Hatıraların dili olsa da konuşsa. Kürt, Türk, Süryani, Rum ve Ermeni aileleri ile geceye varan sohbeti cananlar yapılır, kahkahaları cam parçaları misali etrafa saçılırdı. Ne hikmetse kimse kimsenin düşmanı değildi. Birbirlerini incitmeden yaşayan Civelek Mahallesi sakinlerine bakıp “Rahatlıkla cennet ehli denilebilirdi” diye düşündü.

Müslüman’ı, Alevi’si, Hıristiyan’ı, Yahudi’si hatta inançsızı bir günden bir güne diğerini dışlamamış, din pazarlamamış, ırk ve inanç farklılıkları, insan kardeşi olduklarını onlara unutturmamıştı. Kilise, cami, sinagog ya da cem evi kendince ibadet ediyor, diğeri öbürünü öteki diye yaftalamıyordu. Sakız Hanım, anne bağıyla Süryani idi. Babası Kürt Alevilerindendi. Baldudak Fikriye’nin kökleri Ermenistan’a kadar uzanıyordu.

Soykırımın tartışıldığı gündemde bile Ermeni ve Türk aileleri arasına kin, dallanıp budaklanmamıştı. Efsaneleşen Ermeni kızı Ahçik’in dramı, her iki milletin ortak acısıydı. Adına türküler yakılmıştı. Böylesi acılardan daha başka acılara kapı aralamak kimin işine gelirdi?

Alevi evlerinin işaretlendiği zamanlarda Civelek Mahallesi’nde böylesi ayrımcılıklar hayat bulmazdı. Daha doğrusu bulamazdı. Sebebi, Sabahattin Ali’nin dediği üzere mahallede satın alınamayacak şeylerin sevgisi hakimdi. Mahalle sakinleri, mozaik pastası gibiydi.

Sakız Fikriye Hanım ile bir öğleden sonra Civelek’i ziyaret etme kararı aldılar. Anneler Günü’nde yıllar önce aslan gibi oğlunu bu topraklar için şehit vermişti. Hemen herkesin annesi olarak acısını dindiren Yetiş Abla’nın gönlünü hoş etmek, iki kelimenin belini kırmak, kendisinin iyi temennilerine ortak olmak adına 241 nolu kapının tokmağını toklattılar.

Yetiş Abla’nın mütebessim çehresindeki huzur, “Kızlarım gelmiş” diyerek onları temenna etmesine pek duygulanan Baldudak, şinanay bir edayla kadıncağızın boynuna atıldı. Sakız Fikriye, biraz daha çekinik, mahcup tarzda çiçekleri ve hediyeleri vermekle kifayet etti.

“Kızlar, hangi rüzgar attı sizi buraya?” sorusuna ikisi bir ağızdan “Samimiyetin, su gibi dupduru halin özlemi içindeyiz. Sohbet kültürünün sıcacık muhabbetine hemhal olmak için geldik. Eh bir de Ramazan şerbetini içmeye” diye kikirdeştiler.

Baldudak; gazete muhabiriymiş gibi gözlerini patlatmış, ağızdan çıkacak tek kelimeyi hıfz edecek şekilde dinliyor, Sakız Hanım da mutfağa geçip şerbetleri hazırlıyordu. Baldudak’ın “Yapmaaa beee” sesiyle salona koşması bir oldu.

Sakız: Ne olmuş? Bana da anlatın ya hu!

Yetiş: Aşk olsun, bir de sana ayaklı gazete derlerdi. Geçtiğimiz Şubat ayında gayba uğurladık Şekibe Ablanızı. Haberin yok muydu yavrum?

Sakız: Hangi Şekibe?

Yetiş: Deniz Gezmiş’in avukatı Halit Çelenk’in eşi Şekibe Çelenk’ten bahsediyorum. Halit Bey’in vefatından sonra iyice yalnızdı. 99 yıllık yaşamında Deniz Gezmiş gibi nice gencin sığınağı olmuştu.

Baldudak: Genç kızlara yaşı sorulmaz fakat aranızda kaç yaş vardı?

Yetiş: Evladım, şükür ki bir asırlık ömrü çoktan geçtim. 104 yaşındayım. Sevdiklerimi toprağa verdikçe iki kapılı bir handa misafir olduğumu idrak ediyorum. Siz henüz gençsiniz kızlar, sizin hayata bakmanızla benimkisi bir olamaz.

Sakız: Şekibe Abla da hepimizin ablası, annesi oldu. Devrimci ruhları korumak için gönderilmiş bir melekti. Söz konusu sosyalizm, bağımsızlık, adalet, eşitlik olduğunda panter kesilirdi. Devlet büyüklerine bile diş biledi ama nafile…

Yetiş: Askerin kabzası, Şekibe’nin omzunu yaralamıştı. Deniz Gezmiş, kendisine her zaman “Canım ablam” derdi. Bu sözü hazzetmeyen askerin bir göz dağı vermesiydi.

Baldudak: Asker de emir almıştır. Bu vatanın askerinin yapamayacağı şeyler yaşandı. Acının dibini yaşadık toplumca. Dahası yaşadıklarımızdan ibret almamış misali halen senden-benden sürtüşmelerinin olağan karşılanması…

Sakız: Bence bütün sorun dinden kaynaklanıyor. Nerede bir melanet varsa altından dinci hortluyor. Afyonun ta kendisi inançla koyunları uyut gitsin. Uyumak istemeyenler, bağımsızlık için mücadele edenlerin sonu da Deniz Gezmiş gibi oluyor.

Baldudak: Bence sorun ateizm, ateistlik azgınlaştıryor. Dinciler ile ateistler iyice azdı. Ondan galiba… İkilemde kalmaktan yoruldum. Ne olur derdime derman konuş da yetiş be Yetiş Ablacım.

Yetiş: Nefes al bakayım. Şöyle arkana bir yaslan. Niçin ikilemde kalacaksınız ki kızlarım? Sorun ne dindar olmakla ilgili ne de ateist olmakla. Çıkmazlara sebebiyet, bizlerin bakış açılarında olaylara yaklaşım tarzımızda ve yorumlama biçimimizde saklıdır. İster eski dünyada isterse de dijital günümüz milenyumunda insan olmak, takva sahibi olmakla aynı. Takva yani sorumluluk ahlakının adaletle, bağımsızlıkla, dürüstlükle, haklarımıza saygıyla ilgili olmak olduğunun farkında olabilseydik, sorgulayabilseydik Denizler asılmazdı.

Bütün mesele, ideolojilerimiz haline getirdiğimiz maddi ya da manevi inançlardan kazanacağımız çıkarlarımız, statüsel üstünlüklerimiz ve sınıfsal hegemonyalarımız!

Sol görüşlü Deniz Gezmişler ya da sağ görüşlü Ebu Zerler; aslında aynı çıkar üstünlüklerinden, sınıf farklılıklarından nemalanan paralananlar, koltuklananlar tarafından öldürüldüler. Ateist-materyalist dünya görüşü ile idealist din görüşü, çeşitli kılıflara büründürülüp kimine sol elbisesi kimine sağ libası giydirilip günah keçisi ilan edilir. Adaletten, dürüstlükten bihaber yaşayıp manen küfre bulaşanlar tarafından linç edilir.

Dindar bir alim olan Ebu Zer, “Adalet”, “Bağımsızlık”, “Kula kul olmayın”, “Dürüstlük” derken Deniz Gezmiş’in devrimci ruhuna sahipti.

Baldudak ile Sakız, aynı anda “Gerçekten miii? Ebu Zer de kimmm?” diye meraklanmıştı.

Civelek Mahallesi