Bendeki türkü sevdası…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Sandık üstünde sandık / Aman efeler yandık / Düşünmeden söz verdik / Biz sizi adam sandık”

“Başındaki yazmayı da / Sarıya mı boyadın / Neden sararıp soldun da / Sevdaya mı uğradın”

“Odam kireç tutmuyor / Kumunu katmayınca / Sevda baştan gitmiyor / Sarılıp yatmayınca”

“Mezarımın taşı Bozdağ’a karşı / Üstünün toprağı gözümün yaşı / Çakırcalı Mehmet’i vurdular akşama karşı / Uyan anam uyan gör neler oldu / Karıncalı dağ başı kanı ile doldu”

Anneannemler kendir (kenevir), babaannemler tütün işlerdi.

Tütün işi zordur. Ocak ayında başlayan maraton, Haziran ayında sona erer. Ocak başından itibaren yetiştirilen tütün fideleri, Mart ayından itibaren tarlalara göçürülür. Şu sıralar tütün kırım zamanıdır. Tütün su istemez. Yani susuz topraklarda yapılır. Bitkinin gelişimi için sabah çiği yeterli olur.

Tütün yaprakları geceleri daha diri olduğu için kırım, gece 01.00 gibi başlar. Kırım, saat sabahın 09.00’una kadar sürer. Tütün işçileri eve gelir ama iş bitmez. Bu kez onların iplere dizilmesi vardır. O da işin yoğunluğuna göre akşam 17.00’lere kadar devam eder. Sonra akşam yemeği ve iş güç; ardından uyku zamanı…

Bence iş değildir tütün tarımı. Ödemiş’te tütün dikilen yerlerde sulu tarıma geçildiği için şimdilerde sadece Köfündere köyü civarında az sayıda aile tarafından yapılmaktadır.

‘Tütün Zamanı’, Necati Cumalı’nın 1959 yılında yayımlanan romanının adıdır. 1971 yılında “Zeliş” adıyla tekrar basılan roman, sinema filmi olarak da çekilmiştir.

1950’ler; İzmir’in Urla ilçesi. Komşu çocukları olan Zeliş ile Cemal’in aşk öyküsü ve tütün işçiliği.

Bir Ege kasabasının tarıma dayalı yaşamı, gelenekleri, görenekleri, değerleri ve inançları…

Roman, Zeliş’in keçisinin ipini kopararak çardaktan kaçmasıyla başlar. Kaçan keçi, soluğu komşuları olan Ali Onbaşı’nın tarlasında alır. Zeliş, keçiyi almak için tarlaya gider. Gider gitmesine de Ali Onbaşı’nın oğlu Cemal, keçiyi Zeliş’ten önce yakalamıştır. Zeliş ve Cemal, oracıkta aşık oluverirler birbirine.

Cumaovası ve Menderes bölgesi, tütün tarımı ile bilinirdi. Şimdi Mezarbaşı kavşağında üniversite binası olarak kullanılan binalar, eskiden Reji (Tekel) binası olarak kullanılırmış. Öndeki bina yönetim, arkadaki büyük bina da depo imiş.

Çocukluğumdan hatırlarım. Kurutulmuş tütünler; balya haline getirildikten sonra sokaklara çıkarılır, tütün eksperlerinin gelip fiyat vermesi beklenirdi.

Bir öğretmen çocuğu olarak çok içinde olmasam da en azından çocukluğumda tütün tarımının başından sonuna kadar bulunmuş, az da olsa emek vermiş biriyim. Tütün dizerken içinden çıkacak dağ armutlarını merakla beklediğimiz günler daha dün gibi… Dağ armutları, çocukların tütün dizmelerini teşvik için köfünlerin içine serpiştirilirdi. Şimdiki hijyen şartlarını düşünüyorum da…

Konuyu dağıtmayalım…

Korona günleri nedeniyle iki aydan fazladır her gün Kaymakçı’ya gelip gidiyorum. Daha önce yazdığım için tohum ve tarım araç gereçleri satılan babamın işlettiği dükkanın birden üstüme kaldığını özet olarak geçeyim. Sabah 07.00, akşam 19.00 yani…

Sabah aracıma bindiğimde TRT Türkü otomatik açılır. Dükkanda da arkadaki minik radyoda yine TRT Türkü vardır… Akşam geri dönerken yine türkü… Sadece birkaç kişinin demeci değerlendirilen 3-5 dakikalık saat başı haberlerini duymayıveririm.

Benim ezberim zayıftır. Aklımda söz yoktur ama iyi bir ezgi birikimim (repertuar) vardır. Bu iki ay içinde de nerdeyse bilmediğim, duymadığım TRT türküsü kalmadı gibi.

TRT türküsü dedim çünkü çok sayıda örneğin Özlem Özdil gibi dışarıda kalan ‘yasaklı’ sanatçıyı da dinleyemezsiniz.

Gülşen Kutlu, Musa Eroğlu, hemşehrimiz Osman Kalay ve Bedia Akartürk, Bircan Pullukçu, Özay Gönlüm, Adile Karakurt Karatepe, Tülin Berbergil…

“Ali’m de gitme pazara / Uğratırlar nazara / Ali’mi de öldü diyenler / Kendi de girsin mezara”

Türküler bizi anlatır. Türküler, Anadolu’yu anlatır. Türkü, Türk’e ait demektir. Şarkı da Şark’a…

Gelelim eski tütün fideleri zamanına. Kaymakçı’da su deposunun eteklerinde bir dağ mahallesi vardır. Genellikle Uzundere köyünden göç edenler yaşar o bölgede. Televizyonların henüz bilinmediği, radyoların da kocaman kasa olduğu dönemlerde oralardan bir radyo sesi yükselir ve bütün mahalleye yayılırdı.

“Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez / Kıratın acemi konağı tutmaz / Oğlun da çok küçük yerini tutmaz / Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım / Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım”

“Al yazmanın oyası / Alnıma vurdu boyası / Alcen diye kandırdı / Allah’ından bulası”

Bendeki türkü sevdası, o eskilerde kalan tütün zamanlarına dayanıyor sanki…

“Mapushane çeşmesi / Yandan akıyor yandan / Mapusluk bir şey değil / Ayrılık var bir yandan”

Ozan Bedri Rahmi Eyüpoğlu, ‘Türküler Dolusu’ adlı şiirinde şöyle demiş: “Şairim, / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, / Ayak seslerinden tanırım. / Ne zaman bir köy türküsü duysam, / Şairliğimden utanırım.”

19 Mayıs’ı unutma…

* Fotoğraf, 1992 yılında Sarıkamış Dağ Taburu’nda kısa dönem askerlik günlerinden.

Bendeki türkü sevdası…