Ahçik

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ahçiği yolladım Urum eline/ Eser bad-ı sabah zülfün teline/ Gel seni götürem İslam eline/ Serimi sevdaya salan o Ahçik

Vardım kiliseye baktım haçına/ Gönlümü bağladım sırma saçına/ Gel seni götürem İslam içine

Vardım kiliseye hac suda döner/ Ahçiği kaybettim yüreğim yanar/ Ben dinden dönersem el beni kınar

Serimi sevdaya salan o Ahçik/ Aman Ahçik civan o Ahçik…

Elazığ (Harput) türküsü olan ‘Ahçik’, bizi eğiten ve yetiştiren türkülerden sadece biri. Böylesi nice türkümüz, kültür hazinemizde keşfedilmeyi bekliyor. Hafta sonu doğa yürüyüşümüz sonrası benim gibi bağlama sevdalısı dostumuz, bize bu bahsettiğim türkünün hikayesini anlatınca çok etkilendim. Siz sevgili okurlarımızla da paylaşmak istedim. Anadolu toprakları, büyük bir çınar ise bu çınarın sağlam köklerinden biri Elazığ’a aittir. Elazığ’ın çekirdeği de Harput’tur. Har; kaya, taş anlamlarında iken put da burada kale anlamındadır. Harput, ‘taş kale’ olarak da bilinir. Elazığ’da bulunan antik kent olan Harput’un yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişi var. Kimler yaşamamış ki, hangi medeniyetler yaşayıp izler bırakmış? Kardeşlik diyarı Harput; Ermeni, Rum, Türk, Kürt pek milletin ve de birçok dinin bir arada saygıyla yaşadığı bir kent…

Ahçik, Ermenice kız demektir. Yiğit bir Türk genci olan Mustafa, gönlünü Ermeni kızına kaptırır. Biri Türk diğeri Ermeni; biri Müslüman diğeri Hıristiyan iki sevdalı gencin engelleri büyük olsa da bu sevda bu tür ayrımcılığın, ötekileştirmenin verdiği nice güçlüğü göğüsler.

Sevgilerini evlilikle taçlandırmak isterler. Sevdalarının en büyük şahidi ise Harput Kalesi’dir. Gençler, burada birbirlerine söz verirler.

Aileleri de birbirlerinden farklı dünyalara sahip olsalar da dostlukla, kardeşlikle geçinir. Evlatlarının böylesi temiz sevgileri karşısında da anlayışla davranır. Ancak emperyalist güçlerin türlü türlü oyunları bugün nasıl varsa o günlerde de vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet-i Sadıka (sadık millet) diye bahsedilen Ermeniler, dış güçlerin kışkırtmasıyla ayaklanır.

İsyanlar artmıştır. Vahim hadiseler yaşanırken sorunların çözümü adına mecburi hale gelen Tehcir Kanunu çıkarılır. Tehcir Kanunu’nun diğer adı Sevk ve İskan Kanunu olup Mayıs 1915’te yani 1.Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında yasalaşır. İsyan ile bir yerde iskan etmek mümkün değil. İsyan edenler, tehcir etmek durumunda kalıyor. Tehcir kelimesinin kökü hicrettir, zorunlu göç anlamına gelmektedir.

Bu göç, Ahçik ile Mustafa’nın aşkını yerle bir eder. Ahçik Ermeni kızı, ailesiyle yüzyıllardır bağlı oldukları Harput’tan ayrılmak zorunda kalır. Mustafa ise içi yangın yeri, kalbi kevgir misali kendi başına çıkar Harput Kalesi’ne ve içinden geldiğince mısralar karalar. Bu mısralar, dinlediğimizde duygu seline kapıldığımız Ahçik türküsünü oluşturur.

Her toplumun kendine has şarkıları olduğu gibi elbette ki türküleri de vardır. Türkülerin ortak noktası da her türlü ayrımcılığa, her türlü dışlamaya, sizden-bizden kayırmacılığına son vermektir.

Anadolu türküsünde Ermeni bir kızın acısını kendi acımız gibi benimseyip kederleniyoruz. Bu keder, yüreğimizi ve zihin dünyamızı bir anlamda demlendiriyor. Bakış açımızı farklı olana saygılı ve merhametli olmak için yönlendiriyor. Aynı şekilde Ermeni türkü olan ‘Hüzün’ gibi…

Tarihi olayları kitaplardan öğrendiğimiz gibi aynı zamanda türkülerden de öğrenebiliyoruz.

Türküde geçen mısralara dikkat edersek iki farklı milletin, iki farklı inancın ayak seslerini duyabiliriz. Birbirine doğru koşan, orta noktada buluşmak isteyen sesleri…

Zaten savaşlar, aslında halkların kendi arasında olmuyor. Devletlerarası yaşanan çatışmaların ister istemez kurbanlarıyız. “Gönül isterdi ki”, “Ah keşke” gibi sözcükler boğazımızda düğümleniyor. Tarihten ders almak, ıstırapların tekerrür etmemesi için gereklidir.

Gazeteci yazar Taha Akyol’un Ortak Acı 1915 Türkler ve Ermeniler adlı kitabında Urfalı Mateos’tan bahseder. 12. yüzyılda yaşamış Mateos, Ermeni vakayiname yazarıdır. Vakayiname yazarı yani olayları günü gününe tutan yazardır. Yazılarında Ermeni ve Türklerin bir arada kardeşçe yaşadığını anlatır. Kitapta Ermeni bir ozanın Türk sevgilisi kıza bağlama çalması da resmedilmiş. Bu örnekleri okuduğumuzda halkların arasında hiçbir problem olmadığını bir kere daha idrak etmiş oluyoruz. Bu kardeşlik duyguları, 19. yüzyıla kadar sorunsuz süregelmiştir. Milliyetçilik akımları tüm dünyaya yayılmış, dış güçler dediğimiz emperyalist kuvvetler tarafından uygulanan kışkırtıcı politikalar ile dünya, yeni bir oluşum sürecine girecektir. İşte böylesi bir süreçte yaşanılan devletlerarası çatışmalar, halkın bir bölümünde yaşanılan huzursuzluk ve isyana sebebiyet verir.

1970’lerde Asala Terör Örgütü ile soykırım sözcüğü dünyaya yayıldı. Soykırım, malum katliamdır. Ermenilere uygulananın tehcir değil de soykırım olduğunu söyleyenler halen mevcut. Bu tür söylemlere en güzel cevap, bu topraklarda her iki milletin evlatlarının gönüllerinden derlediği türküler ve ağıtlardır. “Kalpten kalbe yollar, köprüler inşa edilir” diye boşuna söylenmemiş değil mi, siz de aynı fikirde misiniz?

Bir fırsat bulduğunuzda umarım sizin de yolunuz Elazığ’a revan olsun, tarihi kale ve tarihi kilise yakınlarında başlayın Ahçik’i mırıldanmaya; hangi ırktan hangi dinden ve dilden olursa olsun Ademoğulları ve Havvakızları olduğumuzu, topraktan geldiğimizi ve er geç yine toprağa döneceğimizi hatırlayalım. Gök kubbede dostluklar bırakabilmek, en önemli gayemiz olsun temennisiyle…

Sevgili okurum, perşembe günü kalben buluşuncaya kadar hoşça kalınız.

Ahçik