AĞAÇ, AĞAÇ, KALKSANA!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tertemiz olmaya çalışın.

Çünkü, dünyaya bakacak pencere kendinizsiniz.

George Bernard Shaw

Bizim buralarda çınara “kavak” derler. Uzun zaman ben de bilmeden bu isimle andım çınarı. Böylesine ulu çınarları daha sonraki yıllarda Bozdağ’da görünce gıptayla bakıp gölgesinde serinledim. Bir dönem Manisa’da şehzadelik yapan Fatih döneminden kalma olduğuna dair söylence ne kadar doğrudur bilinmez ama ağaçların yaşlarının bilimsel olarak saptandığı bir gerçek. Bu ağaçların yaşı konusunda bilimsel bir kaynağa rastlamadığım için bir şey söyleyemem.

Ağaç üzerine bugüne değin okuduğum en kapsamlı ve halkın kolayca anlayabileceği eser Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı İle Sohbetler”idir. Ülkemizde bitki sosyolojisi bilim dalının kurucusu olan Birand’ın bu yapıtını bir dönem, okuma fırsatı bulamayanlar için radyoda okumayı çok istemiştim. Varolan ağaç sevgim, bu yapıtla bir aşka dönüştü. Ve yıllar sonra taşlı bir tarlayı ailecek meyve bahçesine dönüştürmenin keyfini yaşadık.

İşim gereği okulları ziyaret ettiğimde dikkat ettiğim ilk şey, bahçesinde -eğer varsa!- ağaç olup olmadığıdır. Eğer gördüklerim yetişkin çam vb. ağaçlarsa, o okulun kuruluş yılının hayli eskilere dayandığını rahatça söyleyebilirim. Eskiden okul yöneticilerimiz, okulun iç donanımı kadar okul bahçesinin de ağaçlandırılmasına özel bir önem verirdi. Kasabamız ortaokulunun ilk mezunlarındanım. Okulumuz, bahçeler arasında inşa edilirken çevrede henüz yerleşim yoktu. Verimli tarım arazisindeki bahçemizin kenarına diktiğimiz palmiye ve Kıbrıs servilerini yıllar sonra gördüğümde nasıl da keyif almıştım.

Nazilli İlköğretmen Okulu’ndaki halka açık bahçemizin öncülüğünü yapan ve bizlere teskerelerle toprak çekme gayreti aşılayan Akay Özgedik öğretmenime rahmetler diliyorum. Bugün bu okulumuzu Polis Okulu olarak görmek beni inanın çok üzüyor. O okulun her karış toprağında bizim emeklerimiz var.

Bu kez ilk yöneticilik deneyimi yaşadığım kasabada ağaç dikme maceralarım aklıma geliyor. Adı Kayakent olan bu kasabada ağaç yüzünden yaşadıklarımı nasıl unuturum ki? Kasabayı çevreleyen Arayıt Dağı’nda tek bir dikili ağaç görmekten bıkmıştım. Öğrencilerimle bu utanca son verme uğruna diktiğimiz fidanlara kovalarla su taşırken hem heyecan hem öfke doluydum. Öğrencilerimizle gösterdiğimiz büyük özveriye kendilerini büyük sanan nice küçükler iltifat dahi etmemişti. Belki de yaptığımızın kabahatlerini yüzlerine vurmak olduğunu anladıklarındandır, bilinmez. Ancak o çabamızın meyvesini beş yıl sonra gördüğümde nasıl mutlu oldum, anlatamam.

Hayatımın hemen her döneminde ağacın mutlaka bir yeri olmuştur. Hikmet Birand gibi yetkili olmasam da hemen her bölgesini gördüğüm ülkemde ağaç sevgisinin nerede yoğun, nerede gevşek olduğunu rahatça söyleyebilirim. İşin bu yönü, ağaca gönül verenlerce bilindiği için es geçiyorum. Asıl değinmek istediğim diğer bir konu, erik bahçemiz. Bahçenin ağaçlandırılmasında eşimin ve oğlumun büyük emeği var. Onlar iri iri kayaları traktör kasasına elleriyle yükleyerek fidan dikilecek duruma getirdiler ki, bu iş, ancak sevgiyle olabilir. Onlara büyük bir teşekkür borçluyum.

Ağaçlandırma konusunda yeterli deneyime sahip olmayan oğlum, öneri üzerine İtalyan eriği dikmeyi uygun bulur. Oysa mevcut yer, geçmişte zeytinlikmiş. Kısa ömürlü ağaç olan İtalyan erikleri zamanla kurumaya başladı. Toprak analizi ne yazık ki yaptıramadık. Kurumanın nedeni, mutlaka toprakla ilgiliydi. Kuruyanların yerine zeytin diktik. Ancak kuruyan ağaçları görmek hüzün vericiydi bizim için.

İnsan hayatıyla şirketlerin hayatının ağaçlarla ne denli benzerlikler gösterdiğinizi düşündünüz mü hiç? Nasıl koca bir çınar minnacık tohumdan oluşuyorsa, devasa şirketler de bir an parlayan fikirlerden doğmaz mı? Büyümek için kılcal damarların toprağın derinliğine indiği gibi dalları da gökyüzünü delmek istercesine uzayıp gidiyor. Bozdağ’ın çınarları gibi ömürlük oluyor. Bizim erik ağaçları gibi olanlarsa silinip gidiyor bu âlemden.

Bir ağacın ömürlü ve verimli olması nasıl birçok etkene bağlıysa, şirketlerin ve insanların verimliliği de onları yönetenlere bağlıdır. Bir ağacı zamanında budamadığında nasıl dallanıp budaklanırsa büyüme çabasındaki şirketlerde de verimsiz alt şirketler kurulur. İyi özümsenmeyen fikirlerin cılız dalları olan bu alt firmalar, asıl dalların gelişimini engeller. Güneşten yeterince gıda alamayan dal eğrilip büğrülür; vereceği meyveler de olgunlaşmadan kuruyup gider. İtalyan eriklerinde bunlara çok sık rastladım.

İnsanı kazanç tutsağı yapan bir ekonomik yaklaşım her geçen gün ormanları yok etmekte. Örneğin, Selçuk orman yangınından geriye kalanları herkesin görmesini isterdim. İnanın, yanan ağaçların, kavrulan hayvanların feryatları insanın kulağını sağır edecek boyuttaydı. Bu tür konulara yeterince duyarlı davranmadığımızda ülkemizin yeni çevre yıkımlarıyla karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.

Ağaçlarımızı korumak ve onlar kadar temiz olmak umuduyla…

AĞAÇ, AĞAÇ, KALKSANA!