30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

23 Nisan’a Kutlu Doğum Haftası, 19 Mayıs’a İstanbul’un Fethi, 30 Ağustos’a da Malazgirt Savaşı kardeşleri geldi.

Gelecekten umudunu kesen uluslar, geçmişte yaşadıkları zaferlerle övünürlermiş.

İlhan Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabının girişinde Atatürk’e ait olduğu belirtilen, “Kaza ve kader, talih ve tesadüf kavramları Arapçadır; Türkleri ilgilendirmez” sözü vardır.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını genel hatları ile hemen hemen herkes bilir. Özetle, “Osmanlı çağa ayak uyduramamış, küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur.”

Yanlış anlaşılmaması için peşinen belirtelim ki Osmanlı, bizim atamız ve geçmişimizdir. Onu inkar eden, tarihi inkar etmiş olur ama onun eksik ve yanlışlarını da söylemek durumundayız.

Osmanlı hayranlığının son dönemde arttığını hepimiz biliyoruz.

Osmanlı’yı o dönemin diğer ülkeleri ile kıyaslar ve zamanın değer yargıları ile karşılaştırırsak eleştiride doğru bir yöntemi benimsemiş oluruz fakat mesele Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti karşılaştırması değildir. Mesele, geçmişi doğru yargılayıp geleceği doğru şekillendirebilmektedir.

Namık Kemal, 150 yıl kadar önce yazdığı ünlü şiiri Hürriyet Kasidesi’nde “Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette / Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten” der.

Namık Kemal, burada demokrasi kavramına vurgu yaparken millet ve ümmet içindeki tartışmaların iyi sonuçlar doğuracağını söyler.

Hiç kuşkusuz 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı da Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm kalım mücadelelerinden birisidir. Emperyalist güçler tarafından parçalanan Osmanlı, bitmiş tükenmiştir. Eski şaşaalı günler gerilerde kalmıştır. Anadolu’da sıkışıp kalan ulusal güçleri harekete geçiren Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, yok olmaktan varoluşa geçen mücadelenin tam ortasındadır.

Mustafa Kemal’i değerlendirirken de o dönemi göz önüne almanız gerekir. Dönemin Batılı devletleri ile Rusya ve Arap Yarımadası’nda kim nasıl yönetiliyordu bilmemiz gerekir.

Din devletleri, insanlara nasıl bir yaşam tarzı öneriyordu öğrenmemiz gerekir.

Atatürk, tüm ulusal kurtuluş savaşlarına öncü olmuş, doğudan batıya ezilen uluslara mücadele azmi kazandırmıştır.

Dünyadaki tüm liderlerin seveni de vardır sevmeyeni de… Bu, insanların duruşu ve dünyaya hangi pencereden baktıklarına bağlıdır. Uzatmayalım…

Bizim tarihimizde elbette ki yüzyıllar öncesine ait önemli olaylar vardır. Bizim için mücadele ederken hayatını kaybeden atalarımızın mücadelesini unutmuş değiliz.

1071 ve 1453 bunlardan biridir ama bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin karşısına getirmek doğru değildir.

Ulusal bayramlar, toplumun topyekun sevinç günleridir. Bu bayramlar, başka ulusların yok sayılmasını, hor görülmesini ve ötelenmesini gerektirmemelidir.

19 Mayıs, ulusal kurtuluş savaşımızın mihenk taşıdır.

23 Nisan meclisin kuruluşu, 30 Ağustos büyük zaferin kazanılması, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanıdır.

3 Eylül de Ödemiş’in kurtuluş tarihidir. 9 Eylül, düşman ordularına vurulan son darbedir.

Ben İstanbul’un fethi törenlerini, “Türkler Anadolu’ya dışarıdan gelmiştir” gerçeğinin yeniden anımsatılması olarak kabul ederim.

Artık bunlar gerilerde kalmıştır. Gösterişli törenler yapmaya gerek yoktur.

Şimdi 16 Türk devletinin destanında değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde odaklanmalıyız. Ok atılıp kılıç kuşanılan dönemler çok gerilerde kalmıştır. Şimdi işgal teknolojiktir.

“Sakarya Zaferi, askerlik ve politika bakımından kurtuluş mücadelemizin önemli bir aşaması olmuştur. Önce Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırılmış, sonra onu savunma zorunda bırakmıştır.”

Bu gibi ayrıntılar, artık tarih derslerinde anlatılmalıdır.

Şu anki sorumuz, “Biz bu ülkede daha güzel nasıl yaşayabiliriz?” olmalı ve buna çözüm üretmeye çalışmalıyız.

“30 Ağustos Zaferi, ülkemizin bağımsızlığı için önemlidir. Bu zafer, kendisini parçalanmış ve sömürge bir ülke haline getirmek isteyen ülkelere karşı indirilen bir darbedir. Bu zafer, bir anlamda mazlum bir ulusun yeniden şaha kalktığı ve haykırdığı, kendi özgürlüğünü ve bağımsızlığını sağlamaya yönelik sürecin başladığı tarihtir.”

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

23 Nisan’a Kutlu Doğum Haftası, 19 Mayıs’a İstanbul’un Fethi, 30 Ağustos’a da Malazgirt Savaşı kardeşleri geldi.

Gelecekten umudunu kesen uluslar, geçmişte yaşadıkları zaferlerle övünürlermiş.

İlhan Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabının girişinde Atatürk’e ait olduğu belirtilen “Kaza ve kader, talih ve tesadüf kavramları Arapçadır, Türkleri ilgilendirmez” sözü vardır.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını genel hatları ile hemen hemen herkes bilir. Özetle, “Osmanlı çağa ayak uyduramamış, küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur.”

Yanlış anlaşılmaması için peşinen belirtelim ki Osmanlı, bizim atamız ve geçmişimizdir. Onu inkar eden, tarihi inkar etmiş olur ama onun eksik ve yanlışlarını da söylemek durumundayız.

Osmanlı hayranlığının son dönemde arttığını hepimiz biliyoruz.

Osmanlı’yı o dönemin diğer ülkeleri ile kıyaslar ve zamanın değer yargıları ile karşılaştırırsak eleştiride doğru bir yöntemi benimsemiş oluruz. Fakat mesele, Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti karşılaştırması değildir. Mesele, geçmişi doğru yargılayıp geleceği doğru şekillendirebilmektedir.

Namık Kemal, 150 yıl kadar önce yazdığı ünlü şiiri Hürriyet Kasidesi’nde “Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette / Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten” der.

Namık Kemal, burada demokrasi kavramına vurgu yaparken millet ve ümmet içindeki tartışmaların iyi sonuçlar doğuracağını söyler.

Hiç kuşkusuz 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı da Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm kalım mücadelelerinden birisidir. Emperyalist güçler tarafından parçalanan Osmanlı, bitmiş tükenmiştir. Eski şaşaalı günler gerilerde kalmıştır. Anadolu’da sıkışıp kalan ulusal güçleri harekete geçiren Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, yok olmaktan varoluşa geçen mücadelenin tam ortasındadır.

Mustafa Kemal’i değerlendirirken de o dönemi göz önüne almanız gerekir. Dönemin batılı devletleri ile Rusya ve Arap yarımadasında kim nasıl yönetiliyordu bilmemiz gerekir.

Din devletleri, insanlara nasıl bir yaşam tarzı öneriyordu öğrenmemiz gerekir.

Atatürk, tüm ulusal kurtuluş savaşlarına öncü olmuş, doğudan batıya ezilen uluslara mücadele azmi kazandırmıştır.

Dünyadaki tüm liderlerin seveni de vardır sevmeyeni de… Bu, insanların duruşu ve dünyaya hangi pencereden baktıklarına bağlıdır. Uzatmayalım…

Bizim tarihimizde elbette ki yüzyıllar öncesine ait önemli olaylar vardır. Bizim için mücadele ederken hayatını kaybeden atalarımızın mücadelesini unutmuş değiliz.

1071 ve 1453, bunlardan ikisidir. Ama bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin karşısına getirmek doğru değildir.

Ulusal bayramlar, toplumun topyekun sevinç günleridir. Bu bayramlar, başka ulusların yok sayılmasını, hor görülmesini ve ötelenmesini gerektirmemelidir.

19 Mayıs, ulusal kurtuluş savaşımızın mihenk taşıdır.

23 Nisan meclisin kuruluşu, 30 Ağustos büyük zaferin kazanılması, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanıdır.

3 Eylül de Ödemiş’in kurtuluş tarihidir. 9 Eylül, düşman ordularına vurulan son darbedir.

Ben, İstanbul’un fethi törenlerini ‘Türkler Anadolu’ya dışarıdan gelmiştir’ gerçeğinin yeniden anımsatılması olarak kabul ederim.

Artık bunlar gerilerde kalmıştır. Gösterişli törenler yapmaya gerek yoktur.

Şimdi 16 Türk devletinin destanında değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde odaklanmalıyız. Ok atılıp kılıç kuşanılan dönemler, çok gerilerde kalmıştır. Şimdi işgal, teknolojiktir.

“Sakarya Zaferi, askerlik ve politika bakımından kurtuluş mücadelemizin önemli bir aşaması olmuştur. Önce Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırılmış, sonra onu savunma zorunda bırakmıştır.”

Bu gibi ayrıntılar, artık tarih derslerinde anlatılmalıdır.

Şu anki sorumuz, “Biz bu ülkede daha güzel nasıl yaşayabiliriz?” olmalı ve buna çözüm üretmeye çalışmalıyız.

“30 Ağustos Zaferi, ülkemizin bağımsızlığı için önemlidir. Bu zafer, kendisini parçalanmış ve sömürge bir ülke haline getirmek isteyen ülkelere karşı indirilen bir darbedir. Bu zafer, bir anlamda mazlum bir ulusun yeniden şaha kalktığı ve haykırdığı, kendi özgürlüğünü ve bağımsızlığını sağlamaya yönelik sürecin başladığı tarihtir.”

Belediyemizin 3 Eylül ile ilgili hazırladığı programı gördüm.

Çinicilik var, sıra gecesi var, at yarışı var, balık tutma yarışı var, basketbol var, müzik var, komedi tiyatrosu var…

Ama ben, 3 Eylül Ödemiş’in Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 95. Yıldönümü ile ilgili herhangi bir etkinlik göremedim.

Ulusal kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık, cumhuriyet konularında söz sahibi olan bir iki konuşmacı da günün anlam ve önemine ilişkin bir şeyler söyleselerdi ilk gün… Bir iki caddemize veya belediyenin büyük boy panolarına 30 Ağustos ve 3 Eylül ile ilgili birkaç afiş ya da pankart asılsa idi iyi olmaz mıydı!

Yine eleştirdim! Ne olacak benim bu halim bilmem…

* Bu yazı, 31 Ağustos 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

23 Nisan’a Kutlu Doğum Haftası, 19 Mayıs’a İstanbul’un Fethi, 30 Ağustos’a da Malazgirt Savaşı kardeşleri geldi.

Gelecekten umudunu kesen uluslar, geçmişte yaşadıkları zaferlerle övünürlermiş.

İlhan Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabının girişinde Atatürk’e ait olduğu belirtilen “Kaza ve kader, talih ve tesadüf kavramları Arapça’dır, Türkleri ilgilendirmez” sözü vardır.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını genel hatları ile hemen hemen herkes bilir. Özetle, “Osmanlı çağa ayak uyduramamış, küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur”

Yanlış anlaşılmaması için peşinen belirtelim ki Osmanlı, bizim atamız ve geçmişimizdir. Onu inkar eden, tarihi inkar etmiş olur ama onun eksik ve yanlışlarını da söylemek durumundayız.

Osmanlı hayranlığının son dönemde arttığını hepimiz biliyoruz.

Osmanlı’yı o dönemin diğer ülkeleri ile kıyaslar ve zamanın değer yargıları ile karşılaştırırsak eleştiride doğru bir yöntemi benimsemiş oluruz. Fakat mesele, Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti karşılaştırması değildir. Mesele, geçmişi doğru yargılayıp geleceği doğru şekillendirebilmektedir.

Namık Kemal, 150 yıl kadar önce yazdığı ünlü şiiri Hürriyet Kasidesi’nde “Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette / Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten” der.

Namık Kemal, burada demokrasi kavramına vurgu yaparken millet ve ümmet içindeki tartışmaların iyi sonuçlar doğuracağını söyler.

Hiç kuşkusuz, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı da Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm kalım mücadelelerinden birisidir. Emperyalist güçler tarafından parçalanan Osmanlı, bitmiş tükenmiştir. Eski şaşaalı günler gerilerde kalmıştır. Anadolu’da sıkışıp kalan ulusal güçleri harekete geçiren Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, yok olmaktan varoluşa geçen mücadelenin tam ortasındadır.

Mustafa Kemal’i değerlendirirken de o dönemi göz önüne almanız gerekir. Dönemin batılı devletleri ile Rusya ve Arap Yarımadası’nda kim nasıl yönetiliyordu bilmemiz gerekir.

Din devletleri, insanlara nasıl bir yaşam tarzı öneriyordu öğrenmemiz gerekir.

Atatürk, tüm ulusal kurtuluş savaşlarına öncü olmuş, doğudan batıya ezilen uluslara mücadele azmi kazandırmıştır.

Dünyadaki tüm liderlerin seveni de vardır sevmeyeni de… Bu, insanların duruşu ve dünyaya hangi pencereden baktıklarına bağlıdır. Uzatmayalım…

Bizim tarihimizde elbette ki yüzyıllar öncesine ait önemli olaylar vardır. Bizim için mücadele ederken hayatını kaybeden atalarımızın mücadelesini unutmuş değiliz.

1071 ve 1453 bunlardandır. Ama bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin karşısına getirmek doğru değildir.

Ulusal bayramlar, toplumun topyekun sevinç günleridir. Bu bayramlar; başka ulusların yok sayılmasını, hor görülmesini ve ötelenmesini gerektirmemelidir.

19 Mayıs, ulusal kurtuluş savaşımızın mihenk taşıdır.

23 Nisan Meclis’in kuruluşu, 30 Ağustos Büyük Zafer’in kazanılması, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanıdır.

3 Eylül de Ödemiş’in kurtuluş tarihidir. 9 Eylül, düşman ordularına vurulan son darbedir.

Ben İstanbul’un fethi törenlerini, ‘Türkler Anadolu’ya dışarıdan gelmiştir’ gerçeğinin yeniden anımsatılması olarak kabul ederim.

Artık bunlar gerilerde kalmıştır. Gösterişli törenler yapmaya gerek yoktur.

Şimdi 16 Türk devletinin destanını değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde odaklanmalıyız. Ok atılıp kılıç kuşanılan dönemler çok gerilerde kalmıştır. Şimdi işgal teknolojiktir.

“Sakarya Zaferi, askerlik ve politika bakımından kurtuluş mücadelemizin önemli bir aşaması olmuştur. Önce Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırılmış, sonra onu savunma zorunda bırakmıştır.”

Bu gibi ayrıntılar, artık tarih derslerinde anlatılmalıdır.

Şu anki sorumuz, “Biz bu ülkede daha güzel nasıl yaşayabiliriz?” olmalı ve buna çözüm üretmeye çalışmalıyız.

“30 Ağustos Zaferi, ülkemizin bağımsızlığı için önemlidir. Bu zafer, kendisini parçalanmış ve sömürge bir ülke haline getirmek isteyen ülkelere karşı indirilen bir darbedir. Bu zafer, bir anlamda mazlum bir ulusun yeniden şaha kalktığı ve haykırdığı, kendi özgürlüğünü ve bağımsızlığını sağlamaya yönelik sürecin başladığı tarihtir.”

Belediyemizin 3 Eylül ile ilgili hazırladığı programı gördüm.

Çinicilik var, sıra gecesi var, at yarışı var, balık tutma yarışı var, basketbol var, müzik var, komedi tiyatrosu var…

Ama ben 3 Eylül Ödemiş’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu’nun 95. Yıldönümü ile ilgili herhangi bir etkinlik göremedim.

Ulusal kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık, cumhuriyet konularında söz sahibi olan bir iki konuşmacı da günün anlam ve önemine ilişkin bir şeyler söyleselerdi ilk gün… Bir iki caddemize veya belediyenin büyük boy panolarına 30 Ağustos ve 3 Eylül ile ilgili birkaç afiş ya da pankart asılsa idi iyi olmaz mıydı!

Yine eleştirdim! Ne olacak benim bu halim bilmem…

NOT: Bu yazı, gazetemizin 31 Ağustos 2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

23 Nisan’a, Kutlu Doğum Haftası, 19 Mayıs’a İstanbul’un Fethi, 30 Ağustos’a da Malazgirt Savaşı kardeşleri geldi.

Gelecekten umudunu kesen uluslar, geçmişte yaşadıkları zaferlerle övünürlermiş.

İlhan Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabının girişinde Atatürk’e ait olduğu belirtilen, “Kaza ve kader, talih ve tesadüf kavramları Arapça’dır, Türkleri ilgilendirmez” sözü vardır.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını genel hatları ile hemen hemen herkes bilir. Özetle, “Osmanlı çağa ayak uyduramamış, küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur”

Yanlış anlaşılmaması için peşinen belirtelim ki Osmanlı, bizim atamız ve geçmişimizdir. Onu inkar eden, tarihi inkar etmiş olur ama onun eksik ve yanlışlarını da söylemek durumundayız.

Osmanlı hayranlığının son dönemde arttığını hepimiz biliyoruz.

Osmanlı’yı o dönemin diğer ülkeleri ile kıyaslar ve zamanın değer yargıları ile karşılaştırırsak eleştiride doğru bir yöntemi benimsemiş oluruz. Fakat mesele Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti karşılaştırması değildir. Mesele, geçmişi doğru yargılayıp geleceği doğru şekillendirebilmektedir.

Namık Kemal, 150 yıl kadar önce yazdığı ünlü şiiri Hürriyet Kasidesi’nde “Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette / Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten” der.

Namık Kemal, burada demokrasi kavramına vurgu yaparken millet ve ümmet içindeki tartışmaların iyi sonuçlar doğuracağını söyler.

Hiç kuşkusuz 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı da Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm kalım mücadelelerinden birisidir. Emperyalist güçler tarafından parçalanan Osmanlı bitmiş tükenmiştir. Eski şaşaalı günler, gerilerde kalmıştır. Anadolu’da sıkışıp kalan ulusal güçleri harekete geçiren Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, yok olmaktan varoluşa geçen mücadelenin tam ortasındadır.

Mustafa Kemal’i değerlendirirken de o dönemi göz önüne almanız gerekir. Dönemin batılı devletleri ile Rusya ve Arap yarımadasında kim nasıl yönetiliyordu bilmemiz gerekir.

Din devletleri, insanlara nasıl bir yaşam tarzı öneriyordu öğrenmemiz gerekir.

Atatürk, tüm ulusal kurtuluş savaşlarına öncü olmuş, doğudan batıya ezilen uluslara mücadele azmi kazandırmıştır.

Dünyadaki tüm liderlerin seveni de vardır sevmeyeni de… Bu, insanların duruşu ve dünyaya hangi pencereden baktıklarına bağlıdır. Uzatmayalım…

Bizim tarihimizde elbette ki yüzyıllar öncesine ait önemli olaylar vardır. Bizim için mücadele ederken hayatını kaybeden atalarımızın mücadelesini unutmuş değiliz.

1071 ve 1453, bunlardandır. Ama bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin karşısına getirmek doğru değildir.

Ulusal bayramlar, toplumun topyekun sevinç günleridir. Bu bayramlar, başka ulusların yok sayılmasını, hor görülmesini ve ötelenmesini gerektirmemelidir.

19 Mayıs, ulusal kurtuluş savaşımızın mihenk taşıdır.

23 Nisan Meclis’in kuruluşu, 30 Ağustos Büyük Zafer’in kazanılması, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanıdır.

3 Eylül de Ödemiş’in kurtuluş tarihidir. 9 Eylül, düşman ordularına vurulan son darbedir.

Ben İstanbul’un fethi törenlerini, ‘Türkler Anadolu’ya dışarıdan gelmiştir’ gerçeğinin yeniden anımsatılması olarak kabul ederim.

Artık bunlar gerilerde kalmıştır. Gösterişli törenler yapmaya gerek yoktur.

Şimdi 16 Türk devletinin destanını değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde odaklanmalıyız. Ok atılıp kılıç kuşanılan dönemler çok gerilerde kalmıştır. Şimdi işgal teknolojiktir.

“Sakarya Zaferi, askerlik ve politika bakımından kurtuluş mücadelemizin önemli bir aşaması olmuştur. Önce Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırılmış, sonra onu savunma zorunda bırakmıştır.”

Bu gibi ayrıntılar artık tarih derslerinde anlatılmalıdır.

Şu anki sorumuz, “Biz bu ülkede daha güzel nasıl yaşayabiliriz?’ olmalı ve buna çözüm üretmeye çalışmalıyız.

“30 Ağustos Zaferi, ülkemizin bağımsızlığı için önemlidir. Bu zafer, kendisini parçalanmış ve sömürge bir ülke haline getirmek isteyen ülkelere karşı indirilen bir darbedir. Bu zafer, bir anlamda mazlum bir ulusun yeniden şaha kalktığı ve haykırdığı, kendi özgürlüğünü ve bağımsızlığını sağlamaya yönelik sürecin başladığı tarihtir.”

Belediyemizin 3 Eylül ile ilgili hazırladığı programı gördüm.

Çinicilik var, sıra gecesi var, at yarışı var, balık tutma yarışı var, basketbol var, müzik var, komedi tiyatrosu var…

Ama ben 3 Eylül Ödemiş’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu’nun 95. Yıldönümü ile ilgili herhangi bir etkinlik göremedim.

Ulusal kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık, cumhuriyet konularında söz sahibi olan bir iki konuşmacı da günün anlam ve önemine ilişkin bir şeyler söyleselerdi ilk gün… Bir iki caddemize veya belediyenin büyük boy panolarına 30 Ağustos ve 3 Eylül ile ilgili birkaç afiş ya da pankart asılsa idi iyi olmaz mıydı!

Yine eleştirdim! Ne olacak benim bu halim bilmem…

30 Ağustos’tan 9 Eylül’e