‘Bırakınız herkes şiir yazsın’

“Bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, cep telefonlarının gelişmiş bir bilgisayara dönüşmesi, tabletlerin olduğu bir ortamda, kitap ve dergileri okuma aracı olarak sürdürme ve koruma işi elbette gitgide zorlaşıyor” diyen şair-yazar Mesut Şenol okuma oranın artması için çağa ayak uydurarak çözüm yollarının aranması gerektiğini işaret etti.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tuğçe Yerdelen

13 şiir kitabı Türkçe- İngilizce olarak yayınlanan şair-yazar Mesut Şenol  ile hayat hikayesini , edebiyatı ve şiire bakış açısını konuştuk.

Şenol, “Bence herkes şiir yazabilir. Yazmayı denemelidir de. Kimse, şiir yazılmanın koşulları konusunda kesin bir sınırlama getiremez. Zaten şiir hem kişisel hem de duygusal ruhsallığı yansıtan bir ifade biçimidir. Yabancı ülkelerden pek çok şairin şiirini çevirdiğim için rahatlıkla size, bir ülke şairinin hem kendi öznel-kişisel ruh-duygu halini yansıtan şiirler yazdığını hem de bu şiirlerin ne denli öznel olurlarsa olsunlar, onu yazanın içinde bulunduğu toplumsal kültürün ve ruhsallığın izlerini taşıdığını söyleyebilirim” diyor.

Devletin üst düzey kademelerinde görev yapan  şair-yazar Mesut Şenol ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle;

Sevgili Mesut Bey, sizi Küçük Menderes okurları adına saygıyla selamlıyorum. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni okudunuz ardından  Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Haber ve Yayın Hizmetleri Dairesi Redaktörü olarak çalıştınız, bize biraz o dönemki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Daha Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi 1. sınıf öğrencisiyken 1976 yılında Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün açtığı  redaktörlük  sınavını kazandım. Böylece hem fakültedeki derslerime gidiyor hem de Bülent Ecevitler, Nurullah Ataçlar ve daha pek çok entelektüel kişinin yetiştiği bu kurumda kendimi geliştirme şansı buluyordum. Dünya ajanslarının, radyolarının haberleri düzenli olarak takip ediliyor, kaydediliyor ve tercümeleri yapılıyordu. Ayıca, yurt dışındaki büyükelçiliklerimizin basın müşavirlikleri ve basın ataşeliklerinden gelen o ülkelerdeki medya organlarında Türkiye hakkında çıkan haberleri içeren bülten ve haberler de bize ulaşıyordu. Toplanan bütün bu bilgiler ve haberler daha sonra biz redaktörler tarafından devletin en üst kademe yöneticilerine iletilecek özel bültenlere dönüştürülüyordu. Yerine göre bir bakan, bir müsteşar telefonla arayıp, önemli bir haber konusundaki gelişmeleri sorabiliyordu. Doğal olarak işlenen ve değerlendirilen haberlerin hepsi siyasi konularla sınırlı değildi. Kültürel, sanatsal içerik taşıyan haberler de önümüzden geçiyordu. Benim için ilginç bir anı, yasaklı olduğu dönemde Nazım Hikmet’in kendi sesinden yayın yapan iki radyonun program bant kayıtlarını birinci elden dinleme şansı bulmamdı. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü benim için dünyaya açılan bir pencereydi. Yurt dışından gelen önemli devlet konuklarına mihmandarlık yaparken, dünya çapında ünlü gazetecileri, yazarları ve diğer sanatçıları tanımak ve onlarla dostluk geliştirip ufkumu genişletmek tam bir artı olmuştu benim için.

“YAZARLIK VE ÇEVİRMENLİK İKİZ KARDEŞ”

Hem şair hem de yazarsınız, ayrıca çevirmenlik yapıyorsunuz, hangisi daha ağır basıyor?

Aslında eliniz kalem tutunca, bir de yabancı dile karşı bir yatkınlık ve kendinizi birkaç dilli bir kişi haline getirince, hele bunu yazınsal çeviri yapacak boyuta taşıyınca yazarlığı ve çevirmenliği ikiz kardeş gibi görebiliyorsunuz. Bugüne kadar yayımladığım 13 şiir kitabım hep Türkçe ve İngilizce olarak basılmıştır. Başka dillerde ve ülkelerde basılan şiir kitaplarım da var elbette. Çok dilli şiir seçkilerinin de Türkçe-İngilizce, İngilizce-Türkçe çevirmenliğini yaptım. Yeditepe Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştığım dönemde, “Çevirmenler İçin Türk Dili ve Edebiyatı”, “Çevirmenler İçin Türkçe Diksiyon”, “Şiir Çevirisi” dersleri verdim. Çeviri, özellikle de şiir çevirisi iki ayrı dil ve kültürde bir ortaklık bulma çabası olarak yürütülmeli düşüncesindeyim.

Türkiye’nin dışında;  Almanya’da, Romanya’da ve Sırbistan’da yayınlanan şiir kitabınız var. Ülkemizden kilometrelerce uzaktaki okurlara seslenmek nasıl bir duygu?

Yurt dışında kitaplarınız yayımlanınca çok ama çok mutlu oluyorsunuz. Hele kitabınızın lansmanına ya da festival gibi bir etkinlik dolayısıyla tanıtılmasına bizzat katılmışsanız, duyduğunuz sevinç ve gurur katlanıyor. Orada kendi dilinizi ve ülkenizin kültürünü de tanıtmış oluyorsunuz. Bunun güzel bir örneğini, Sırpça yayımlanan “Aşk Ölmez” adlı şiir kitabımın Belgrat Kitap Fuarı’nda lansmanı sırasında büyük bir keyifle yaşadığımı, yabancı ülkelerdeki festivallerde, Türkçe dışındaki dillerde şiirlerimin yerel şairler-sanatçılar tarafından seslendirilmesini duygulanarak dinlediğimi belirtmeliyim. İtalya’da yayımlanan kitabım için, İtalyan bir ressamın bir eserini kapak resmi olarak vermesi bir başka gönendirici durumdu benim için.

“TOPLUMSAL KÜLTÜRÜN VE RUHSALLIĞIN İZLERİ”

Genç şairler, orta yaşta ve ileri yaştaki şairler, kısaca şairler ve onların şiirleri…  Dergilerde, gazetelerde paylaşılan şiirleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Herkes şiir yazıp,  şair olabilir mi? Bunun bir kıstası var mı? Daha geniş kapsamlı olarak ise şunu sormak istiyorum; sizce kime şair denir?

Aslında şiir ve şiirde kullanılan gündelik dilin sınırlılıklarından da kurtulabilen dil, insanlığın en eski kendini ifade biçimi. Dilin gelişiminde insanlar önce doğal olaylar, tehlikeler, keyifli anlar karşısında duygularını haykırışlar, inleyişler, çığlıklarla anlatmaya çalışmış, bu noktadan sonra çıkarılan sesler yavaş yavaş kodlanarak hecelere, sözcüklere ve anlamlı söz dizimlerine evrilmiş. Şiirsel anlatım dolayısıyla daha o ilk evrelerde, duygu yoğunluğunu yansıtan bir araç olmuş. Daha sonra mantıklı, düz yazı biçemi gelişmiş. Burada varmak istediğim nokta şudur: Bence herkes şiir yazabilir. Yazmayı denemelidir de. Kimse, şiir yazılmanın koşulları konusunda kesin bir sınırlama getiremez. Zaten şiir hem kişisel hem de duygusal ruhsallığı yansıtan bir ifade biçimidir. Yabancı ülkelerden pek çok şairin şiirini çevirdiğim için rahatlıkla size, bir ülke şairinin hem kendi öznel-kişisel ruh-duygu halini yansıtan şiirler yazdığını hem de bu şiirlerin ne denli öznel olurlarsa olsunlar, onu yazanın içinde bulunduğu toplumsal kültürün ve ruhsallığın izlerini taşıdığını söyleyebilirim.

Kime şair deneceği konusunda bir kısıt ve koşul olmamakla birlikte, “iyi şair”, “beğenilen şair”, “toplumun sevdiği, halka mal olmuş şair” vb. sıfatlar, şiir konusunda bir uğraş, beceri ve başarı gösteren kişilere doğal bir süreç içinde verilebilmektedir. Bu nitelikleri kazanma, edinme, çoğu zaman şiir çevrelerinde bulunma, dergi ve seçkilerde, şiir dinletilerinde, festivallerde yer alma yoluyla hız ve kolaylık kazanabilmektedir.

Bırakınız herkes şiir yazsın; yazılan şiirler ve onu yazan şairler arasından bazıları, öne çıkacaktır nasıl olsa!

 

1966 Haziran ayından 1970 Mayıs ayına kadar  Cemal Süreya’nın çıkardığı Papirüs dergisi, 2020’de yeniden hayata döndü. Süreya’nın mirası Papirüs’ün  Genel Yayın Yönetmeni olarak edebiyat, kültür ve sanata katkı sağlıyorsunuz. Zaman zaman omuzlarınızda ayrı bir yük taşıdığınızı düşünüyor musunuz?

Güzel bir nitelendirme. Omuzlarımda ağır bir yük taşıdığımı hissediyorum. Ağır ama onurlu bir yük ve miras.  Büyük bir sorumluluk. Çünkü Papirüs Cemal Süreya’nın gözbebeğiydi ve onu “bir atölye dergisi” olarak nitelendiriyordu. Aynı ilkeyi ben de sürdürmekten mutluyum. Dergimize, iyi şairler ve yazarlar yanında, akademisyenler, edebiyat araştırmacıları, kendilerini edebiyat alanları içinde yeni yeni geliştiren pek çok kişiye fırsat vermekle, Cemal Süreya’nın geleneğini yaşatmaya katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum.

Çoğunlukla yakındığımız ve dost meclislerinde gündeme getirdiğimiz konu;  okuma oranının azlığı. Gazeteler, dergiler, kitaplar adeta durmadan basılıyor ancak okura ne kadar ulaşıyor yahut okuyan kişinin belleğine ne kadar kazılıyor bir muamma… Sizce okumanın artması ve insanların okuduklarını tam manasıyla algılaması için neler yapılmalıdır?

Toplumda her kuşak, kendinden sonra geleni anlamakta zorlanır. Bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, cep telefonlarının gelişmiş bir bilgisayara dönüşmesi, bilgi edinme ve eğlence araçlarının geleneksel araçlar yerine, günümüz sosyal medyaları ve sanal dünyası olduğu göz önüne alındığında, artık okuma, hatta yazılı metinleri görme, bu sosyal mecralarda gerçekleşiyor. Nasıl basılı gazeteler günümüzde çağa ayak uydurup elektronik medyalara dönüşmüşlerse, okumanın artması, bu yeni teknolojik mecraların reddedilmesiyle değil, ama klasik basılı yayınlarla bağdaştırılmasıyla sağlanabilir kanısındayım. Sınıflardaki akıllı tahtaların, öğrencilerin elindeki telefon ve tabletlerin olduğu bir ortamda, kitap ve dergileri okuma aracı olarak sürdürme ve koruma işi elbette gitgide zorlaşıyor. Yazarların ve yayıncıların, kültür kurumlarının, okunacak materyali özendiren çalışmalar yapması, okumayı festival ve şenlik, fuar gibi ortamlarda odak noktası yapmaları da bir çözüm yoludur.

‘Bırakınız herkes şiir yazsın’