Yakılan bir kadın ve karalanmış bir topluluk

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Kimse gerçeği yakamaz.”

Magdeburg’lu Mechthild

Orta Çağ’da 13. yüzyılda siyasi ve toplumsal yaşam bir dönüşüme uğramıştı. Feodalizm çözülmeye başlamış, halk arasında değişmeye başlayan yaşamla birlikte yeni dini tarikatlar ortaya çıkmıştı. Ancak ortaya çıkan bu yeni tarikatlar Kiliseye göre halkın maneviyatı için çok tehlikeli kabul ediliyordu. Fransiskenler gibi bazı tarikatlar Kilisenin otoritesini kabul edip ona bağlılık yemini ederek yaşamaya devam ettiler. Diğer tüm dini hareketler ise Kilisenin tehdidi altında yaşamını sürdürmeye çabaladı.

Kadınlardan oluşan Beguinler de bu tarikatlardan biriydi. Geç Orta Çağ Avrupa’sında, beguin adı verilen bu kadın grupları, dini yaşamı uygulamak için ikişer üçer veya büyük topluluklar halinde bir araya geldi. Basit yaşadılar, dua edip oruç tutarak yoksul yaşamaya çalıştılar, fakirlere, hastalara hizmet ettiler ve ölüleri gömmeye yardımcı oldular. Ellerine geçeni ve yapılan bağışlarla gelenleri ihtiyacı olanlarla paylaştılar. Yani kısacası beguinler hayatın içinde ve halkın yanındaydılar.

Beguin mistisizmi, 13. asırda Batı Avrupa’nın geneline yayılmıştı. Beguinler tarikat disiplini içerisinde teşkilatlanmaktan ziyade küçük kadın cemaatleri halinde dinî hayatlarını idame ettirmekteydiler. Kiliseye yemin etmiş, onlara bağlanmış bir grup değillerdi. Kiliseden bağımsız oldukları için de belli bir programları yoktu. Seyahat edebilirler, küçük gruplar halinde yaşayabilirler ya da amaçlarına uygun şekilde inşa edilmiş “beguinage” adlı büyük konutlarda hayatlarını sürdürebilirlerdi. Ancak Kilise onlardan rahatsız oldu ve dindar kadınlar gibi davranarak, toplum içinde daha rahat hareket etmek için dini araç olarak kullandıklarını ifade etti. Kilise bu hareketten zaten rahatsızlık duyuyorken bir de Marguerite Porete gibi eğitimli bir kadın ortaya çıkıp, göze batmaya başladı.

Porete, diğer Beguinler gibi el sanatları ve yardım faaliyetlerine katılıyor, bununla birlikte dini eğitimine devam ediyordu. Bu nedenle yüksek bir ilahiyat bilgisine sahipti. Sahip olduğu bilgi birikimi ilk Fransızca dinî metinlerden olan “Basit Ruhların Aynası” isimli eserinde açıkça görülürdü. Porete eserinde kutsal kabul edilen Latinceyi değil halk dilini tercih etmişti. 13. yüzyılın sonlarına doğru yazdığı bu kitap dönemin din felsefesi alanında öne çıkan bir eser oldu ve kısa süre sonra dört dile çevrilip Orta Çağ Hristiyan yazınının en popüler metinlerinden biri haline geldi. Kilise bu eserle birlikte beguin cemaatini iyice tehlikeli görmeye başladı. Teoloji sadece Kilisede eğitim görenlere ve elbette ki erkeklere mahsus bir ilimdi. Bir kadının bu alanda kitap yazması, aziz sayılacak kadar kutsal görülmesi ve dini konularda kilisenin sapkın kabul ettiği görüşler ortaya atması kabul edilebilir bir şey değildi.

Porete’nin Katolik inanca aykırı görüşler ortaya attığı ve ibadetleri küçümsediği iddiası hızla Papalığa kadar ulaştı. 1309 yılında başlatılan engizisyon soruşturmasında, teoloji komisyonu eserde sapkın ifadeler tespit ederek Porete’yi aforoz etme yani dinden çıkarma kararı aldı. Bir süre hapis tutulan Porete sessizliğe büründü ve yargılama süresince kendini savunmak için hiç konuşmadı. Engizisyon, eseri yasakladığı halde bununla tatmin olmadı. Porete’nin fikirlerinden vazgeçmediğini iddia etti ve 1310 Haziran’ında Porete yakılarak idam edildi çünkü dini bütünlüğü tehdit eden Kilise dışı manevi hayatın, Porete etkisine girmesinden endişe edilmişti. Porete idam edildikten sonra da Beguinler’in peşini bırakmadılar ve onlara yönelik yargılamalar devam etti. Din görevlileri tarafından beguin statüsünün kınandığı Viyana Konseyi gerçekleştirildi. Papa V. Clement de beguinler hakkında olumsuz kararnameler çıkardı.

Aslında Porete’nin bu kadar tepki görmesinin en önemli nedeni Kilise açısından bir buhran döneminde olunmasıydı. Toplumdaki değişim ve farklı manevi arayışların zirve yaptığı, kilisenin otoritesini tehdit altında hissettiği, dini hayat üzerindeki kontrolünün zayıflamaya başladığı böyle bir dönemde Porete’nin hoş görülmesi muhtemel değildi çünkü Kilise yalnız dini ilimlerin tasdik mercii değil aynı zamanda manevi hayatın merkezindeki kurumdu. Oysa Porete dini geleneği ve ritüelleri “küçük kilise” olarak tasvir ederken, ilahi aşkı barındıran “büyük kilise” kavramının insan ruhu olduğunu ifade ediyordu. Ona göre maneviyat, Kilise tarafından gerçekleştirilen dini ritüeller vasıtasıyla değil, bizatihi fert olarak insanın ulaşabileceği bir içeriğe sahipti. Nitekim eser, farklı toplulukların ilgisine mazhar olmuş, zengin içeriğiyle Orta Çağ’ın en önemli mistik düşünürü Eckhart’ı da oldukça etkilemişti. Hatta daha sonra Eckhart da Kilise otoritesinden farklı ve bağımsız bir manevi hayat telkin ettiği için engizisyona maruz kalmıştı.

Porete’nin eseri Kilise tarafından göz ardı edilip o kadar unutturulmaya çalışıldı ki onun tarafından yazıldığı 20. yüzyılda keşfedildi ve onun adıyla yeniden yayınlanıp bilim dünyasına sunuldu.

Velhasıl beguinler belli bir dönem halka hizmet eden, onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan, hareketleriyle ibadet etmek ve inanmak için kiliseye ihtiyaç olmadığını ortaya koyan zararsız bir topluluktu ancak önce Porete ve daha sonra diğer beguinler kurumsal dini baskının kurbanı oldular. Kilise tarafından oluşturulan yoğun baskı ve karalama kampanyası sonucu varlıklarını devam ettiremeyip zamanla ortadan kayboldular. Onların inşa ettiği Beguinage adı verilen yapı komplekslerinden bazıları günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.

Yakılan bir kadın ve karalanmış bir topluluk