YAZIYOR YAZIYOR

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Anımsayınca mutlu olduğumuz bir film karesidir. Yazıyor… Yazıyor… Hanımlar beyler, diye başlayan cümlenin devamında günün önemli olaylarını duyurur küçük, sevimli bir oğlan çocuğu. Koltuğunun altında bir miktar gazete sıkıştırmıştır. Sıkıca tutmaktadır. Diğer eliyle gazetelerden birini sallar.

*

Çokları yaşar bu duyguyu. Oturur yer, kalkar yer, gelir yer, gider yer. Ancak bir türlü doyduğu hissine ulaşamaz. Bazıları da bunun tam tersini yaşar. Ağzına attığı ilk lokmada daha öncesinde tencereler, kazanlar dolusu yemek yemiş gibi büyür ağzında lokma. Öylesine büyür ki onu yutmak mümkün bile değildir.

Duygularımız en büyük ortaklığımızdır. Acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız, kaygılarımız yaşam sevincimiz. Her biri kaynağını farklı bir olay ya da kişiden alsa da bizi, bize yaklaştıran birbirimiz için önemli kılandır.

Yolda, parkta çarşıda ilk kez gördüğünüz birini daha çok önceleri tanımışsınız hissine kapılırsınız. Bazen de yaşadığınız bir olayı yaşamış hissine. O anda dilinizin ucuna kadar gelir de her şey, toparlayıp söyleyemezsiniz bir türlü.

*

Ben yazdıklarımı daha önce yazmışım hissine kapılmıyorum elbet. Gün içinde pek çok düşünüyoruz. Bunların çok azını konuşuyor ve yazıyoruz.

Ben hissettiğim bir şeyden değil de bildiğim bir konudan söz edeceğim sizlere. Pek çok yazımda ve şiirimde, öykümde; sevgi, dostluk ve insanlığın öneminin altını çizdim hep. Bu bazen doğaya bazen birbirimize bazen yaşadığımız kente ya da yaşamımızı paylaştığımız canlılara dair idi.

Binlerce yıldır yazıyor insanlar. Yazıyorlar, yazıyorlar. Bu topraklarda kimler yazmadı ki. Kadı Burhanettinler, Yunuslar, Mevlanalar, Karacaoğlanlar… Dadaloğlu, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Şeyyad Hamza, Dertli… Şöyle başka topraklara baktığımızda da yazıyor insanlar binlerce yıldır. Aristo’dan Gorki’ye, Zola’dan Flaubert’e, Durkheim’den Freud’a, Hemingway’dan Kazancakis’e, Gogol’dan Aytmatov’a, Neruda’dan Hayyâm’a, Konfücyüs’ten Steinbeck’e kadar…

“İnsan olmak” nasıl bir şeydir yazıyorlar.

Şiir yazıyorlar.

Roman yazıyorlar.

Tiyatro yazıyorlar.

Öykü yazıyorlar.

Masal yazıyorlar.

Yazıyorlar… Yazıyorlar…

Yaşamı bir kıyısından tutup iyiye, güzele ve doğruya giden yolu göstermeye çalışıyorlar.

Peki, kim okuyor? Kim görüyor? Kim duyuyor? Kim izliyor yazılanları binlerce yıldır? Umutsuz olduğumu sanmayın sakın bu konuda. Hani ünlü bir reklam var. Şöyle diyor.

“Kirlenmek güzeldir”

Ben kirlenmek kolaydır, diyorum. Kirlenmek için herhangi bir çabaya ihtiyaç yoktur. Yerinizden zerrece kıpırdamanıza bile gerek yoktur. Zaman ve dış etkenler sizi zaten bir çöp haline getirecektir. Evinize birkaç ay uğramadığınızı düşünün. Hak vereceksiniz söylediğime. Bir kaç ay sonra evinize döndüğünüzde oranın oturulabilir bir yer olmaktan çıktığını görürsünüz. Çok iyi bir temizlik yapmadan orada nefes almanız bile mümkün değildir.

Temiz olmak çaba gerektirir. Güzel olmak, iyi olmak, dürüst olmak, merhametli ve kadirşinas olmak tesadüfî değildir. Hep bir emeğin ürünüdür. Çünkü hiç emek vermeden ancak bahçenizde bağınızda yabani ot(ısırgan, devedikeni, kür ya da çakırdikeni) yetiştirebilirsiniz.

Güzellikler hep emeğe dâhildir…

Emek verdikçe insan olursunuz. İç huzurunuz artar. Başınızı yastığa koyduğunuzda rahatça uykuya dalarsınız.

Öylesine hassas ve ince bir ruh halidir ki bu başka insanların gözyaşını, acısını kendi mutluluk kaynağınız olarak görmezsiniz. Oh, demez ne yapabilirim? Elimden ne gelir acaba? dersiniz. Sahip olduğunuz erinç bedelsizdir. Buna sahip olduğunuz için yüreğiniz hep güler. Umudunuz hep diridir.

Düşen birini görürseniz kaldırırsınız. Ağlayanın gözyaşını silersiniz. Bütün bunları bir şey beklediğinizden değil siz olduğunuz için yaparsınız.

Bilirsiniz her şey kazanılır ve kaybedilir. Her şeyin bir sonu vardır. Yaşamda ne çok şeye sahip olursanız olun, uçsuz bucaksız tarlalar, hanlar, hamamlar, apartmanlar, yatlar, katlar. Sahip olduğunuz aslında oturduğunuz ya da uzandığınızda kapladığınız yer kadardır. Bu pencereden bakınca her insana, her canlıya bu koca koskoca dünyada yer var.

Kavgalar, gürültüler ve didişmeler ne de anlamsız. Gereksiz.

Yüreğinize ne denli çok güzellik sığdırdı iseniz o kadar güzelsiniz, o kadar iyi ve o kadar özlenesi…

Cumhuriyet bayramı hepimize kutlu olsun.

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Türkiye cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

M. Kemal ATATÜRK

Sevgi, dostluk ve umutla.

YAZIYOR YAZIYOR

Yazıyor yazıyor

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Anımsayınca mutlu olduğumuz bir film karesidir. “Yazıyor… Yazıyor… Hanımlar beyler” diye başlayan cümlenin devamında günün önemli olaylarını duyurur küçük, sevimli bir oğlan çocuğu. Koltuğunun altında bir miktar gazete sıkıştırmıştır. Sıkıca tutmaktadır. Diğer eliyle gazetelerden birini sallar.

*

Çokları yaşar bu duyguyu. Oturur yer, kalkar yer, gelir yer, gider yer. Ancak bir türlü doyduğu hissine ulaşamaz. Bazıları da bunun tam tersini yaşar. Ağzına attığı ilk lokmada daha öncesinde tencereler, kazanlar dolusu yemek yemiş gibi büyür ağzında lokma. Öylesine büyür ki onu yutmak mümkün bile değildir.

Duygularımız, en büyük ortaklığımızdır. Acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız, kaygılarımız yaşam sevincimiz. Her biri kaynağını farklı bir olay ya da kişiden alsa da bizi, bize yaklaştıran birbirimiz için önemli kılandır.

Yolda, parkta çarşıda ilk kez gördüğünüz birini daha çok önceleri tanımışsınız hissine kapılırsınız. Bazen de yaşadığınız bir olayı yaşamış hissine. O anda dilinizin ucuna kadar gelir de her şey, toparlayıp söyleyemezsiniz bir türlü.

*

Ben, yazdıklarımı daha önce yazmışım hissine kapılmıyorum elbet. Gün içinde pek çok düşünüyoruz. Bunların çok azını konuşuyor ve yazıyoruz.

Ben, hissettiğim bir şeyden değil de bildiğim bir konudan söz edeceğim size. Pek çok yazımda ve şiirimde, öykümde; sevgi, dostluk ve insanlığın öneminin altını çizdim hep. Bu bazen doğaya, bazen birbirimize bazen yaşadığımız kente ya da yaşamımızı paylaştığımız canlılara dair idi.

Binlerce yıldır yazıyor insanlar. Yazıyorlar, yazıyorlar. Bu topraklarda kimler yazmadı ki. Kadı Burhanettinler, Yunuslar, Mevlanalar, Karacaoğlanlar… Dadaloğlu, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Şeyyad Hamza, Dertli… Şöyle başka topraklara baktığımızda da yazıyor insanlar binlerce yıldır. Aristo’dan Gorki’ye, Zola’dan Flaubert’e, Durkheim’den Freud’a, Hemingway’dan Kazancakis’e, Gogol’dan Aytmatov’a, Neruda’dan Hayyam’a, Konfücyüs’ten Steinbeck’e kadar…

“İnsan olmak” nasıl bir şeydir yazıyorlar.

Şiir yazıyorlar.

Roman yazıyorlar.

Tiyatro yazıyorlar.

Öykü yazıyorlar.

Masal yazıyorlar.

Yazıyorlar… Yazıyorlar…

Yaşamı bir kıyısından tutup iyiye, güzele ve doğruya giden yolu göstermeye çalışıyorlar.

Peki, kim okuyor? Kim görüyor? Kim duyuyor? Kim izliyor yazılanları binlerce yıldır? Umutsuz olduğumu sanmayın sakın bu konuda. Hani ünlü bir reklam var. Şöyle diyor:

“Kirlenmek güzeldir.”

Ben, “Kirlenmek kolaydır” diyorum. Kirlenmek için herhangi bir çabaya ihtiyaç yoktur. Yerinizden zerrece kıpırdamanıza bile gerek yoktur. Zaman ve dış etkenler, sizi zaten bir çöp haline getirecektir. Evinize birkaç ay uğramadığınızı düşünün. Hak vereceksiniz söylediğime. Birkaç ay sonra evinize döndüğünüzde oranın oturulabilir bir yer olmaktan çıktığını görürsünüz. Çok iyi bir temizlik yapmadan orada nefes almanız bile mümkün değildir.

Temiz olmak, çaba gerektirir. Güzel olmak, iyi olmak, dürüst olmak, merhametli ve kadirşinas olmak tesadüfî değildir. Hep bir emeğin ürünüdür. Çünkü hiç emek vermeden ancak bahçenizde bağınızda yabani ot (ısırgan, devedikeni, kür ya da çakırdikeni) yetiştirebilirsiniz.

Güzellikler, hep emeğe dahildir…

Emek verdikçe insan olursunuz. İç huzurunuz artar. Başınızı yastığa koyduğunuzda rahatça uykuya dalarsınız.

Öylesine hassas ve ince bir ruh halidir ki bu başka insanların gözyaşını, acısını kendi mutluluk kaynağınız olarak görmezsiniz. “Oh” demez, “Ne yapabilirim? Elimden ne gelir acaba?” dersiniz. Sahip olduğunuz erinç bedelsizdir. Buna sahip olduğunuz için yüreğiniz hep güler. Umudunuz hep diridir.

Düşen birini görürseniz kaldırırsınız. Ağlayanın gözyaşını silersiniz. Bütün bunları bir şey beklediğinizden değil, siz olduğunuz için yaparsınız.

Bilirsiniz, her şey kazanılır ve kaybedilir. Her şeyin bir sonu vardır. Yaşamda ne çok şeye sahip olursanız olun, uçsuz bucaksız tarlalar, hanlar, hamamlar, apartmanlar, yatlar, katlar. Sahip olduğunuz aslında oturduğunuz ya da uzandığınızda kapladığınız yer kadardır. Bu pencereden bakınca her insana, her canlıya bu koca koskoca dünyada yer var.

Kavgalar, gürültüler ve didişmeler ne de anlamsız. Gereksiz.

Yüreğinize ne denli çok güzellik sığdırdı iseniz o kadar güzelsiniz, o kadar iyi ve o kadar özlenesi…

Sevgi, dostluk ve umutla.

Yazıyor yazıyor

Yazıyor yazıyor

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Anımsayınca mutlu olduğumuz bir film karesidir. “Yazıyor… Yazıyor… Hanımlar beyler” diye başlayan cümlenin devamında günün önemli olaylarını duyurur küçük, sevimli bir oğlan çocuğu. Koltuğunun altında bir miktar gazete sıkıştırmıştır. Sıkıca tutmaktadır. Diğer eliyle gazetelerden birini sallar.

*

Çokları yaşar bu duyguyu. Oturur yer, kalkar yer, gelir yer, gider yer. Ancak bir türlü doyduğu hissine ulaşamaz. Bazıları da bunun tam tersini yaşar. Ağzına attığı ilk lokmada daha öncesinde tencereler, kazanlar dolusu yemek yemiş gibi büyür ağzında lokma. Öylesine büyür ki, onu yutmak mümkün bile değildir.

Duygularımız, en büyük ortaklığımızdır. Acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız, kaygılarımız, yaşam sevincimiz. Her biri, kaynağını farklı bir olay ya da kişiden alsa da bizi bize yaklaştıran birbirimiz için önemli kılandır.

Yolda, parkta, çarşıda ilk kez gördüğünüz birini daha çok önceleri tanımışsınız hissine kapılırsınız. Bazen de yaşadığınız bir olayı yaşamış hissine. O anda dilinizin ucuna kadar gelir de her şey, toparlayıp söyleyemezsiniz bir türlü.

*

Ben, yazdıklarımı daha önce yazmışım hissine kapılmıyorum elbet. Gün içinde pek çok düşünüyoruz. Bunların çok azını konuşuyor ve yazıyoruz.

Ben, hissettiğim bir şeyden değil de bildiğim bir konudan söz edeceğim sizlere. Pek çok yazımda ve şiirimde, öykümde; sevgi, dostluk ve insanlığın öneminin altını çizdim hep. Bu bazen doğaya bazen birbirimize bazen yaşadığımız kente ya da yaşamımızı paylaştığımız canlılara dair idi.

Binlerce yıldır yazıyor insanlar. Yazıyorlar, yazıyorlar. Bu topraklarda kimler yazmadı ki? Kadı Burhanettinler, Yunuslar, Mevlanalar, Karacaoğlanlar… Dadaloğlu, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Şeyyad Hamza, Dertli… Şöyle başka topraklara baktığımızda da yazıyor insanlar binlerce yıldır. Aristo’dan Gorki’ye, Zola’dan Flaubert’e, Durkheim’den Freud’a, Hemingway’dan Kazancakis’e, Gogol’dan Aytmatov’a, Neruda’dan Hayyâm’a, Konfüçyüs’ten Steinbeck’e kadar…

“İnsan olmak” nasıl bir şeydir yazıyorlar.

Şiir yazıyorlar.

Roman yazıyorlar.

Tiyatro yazıyorlar.

Öykü yazıyorlar.

Masal yazıyorlar.

Yazıyorlar… Yazıyorlar…

Yaşamı bir kıyısından tutup iyiye, güzele ve doğruya giden yolu göstermeye çalışıyorlar.

Peki, kim okuyor? Kim görüyor? Kim duyuyor? Kim izliyor yazılanları binlerce yıldır? Umutsuz olduğumu sanmayın sakın bu konuda. Hani ünlü bir reklam var. Şöyle diyor:

“Kirlenmek güzeldir”

Ben, “Kirlenmek kolaydır” diyorum. Kirlenmek için herhangi bir çabaya ihtiyaç yoktur. Yerinizden zerrece kıpırdamanıza bile gerek yoktur. Zaman ve dış etkenler, sizi zaten bir çöp haline getirecektir. Evinize birkaç ay uğramadığınızı düşünün. Hak vereceksiniz söylediğime. Birkaç ay sonra evinize döndüğünüzde oranın oturulabilir bir yer olmaktan çıktığını görürsünüz. Çok iyi bir temizlik yapmadan orada nefes almanız bile mümkün değildir.

Temiz olmak, çaba gerektirir. Güzel olmak, iyi olmak, dürüst olmak, merhametli ve kadirşinas olmak tesadüfi değildir. Hep bir emeğin ürünüdür. Çünkü hiç emek vermeden ancak bahçenizde bağınızda yabani ot (ısırgan, devedikeni, kür ya da çakırdikeni) yetiştirebilirsiniz.

Güzellikler hep emeğe dahildir…

Emek verdikçe insan olursunuz. İç huzurunuz artar. Başınızı yastığa koyduğunuzda rahatça uykuya dalarsınız.

Öylesine hassas ve ince bir ruh halidir ki bu, başka insanların gözyaşını, acısını kendi mutluluk kaynağınız olarak görmezsiniz. “Oh” demez, “Ne yapabilirim? Elimden ne gelir acaba?” dersiniz. Sahip olduğunuz erinç bedelsizdir. Buna sahip olduğunuz için yüreğiniz hep güler. Umudunuz hep diridir.

Düşen birini görürseniz kaldırırsınız. Ağlayanın gözyaşını silersiniz. Bütün bunları bir şey beklediğinizden değil, siz olduğunuz için yaparsınız.

Bilirsiniz, her şey kazanılır ve kaybedilir. Her şeyin bir sonu vardır. Yaşamda ne çok şeye sahip olursanız olun uçsuz bucaksız tarlalar, hanlar, hamamlar, apartmanlar, yatlar, katlar. Sahip olduğunuz aslında oturduğunuz ya da uzandığınızda kapladığınız yer kadardır. Bu pencereden bakınca her insana, her canlıya bu koca koskoca dünyada yer var.

Kavgalar, gürültüler ve didişmeler ne de anlamsız. Gereksiz.

Yüreğinize ne denli çok güzellik sığdırdı iseniz o kadar güzelsiniz, o kadar iyi ve o kadar özlenesi…

Sevgi, dostluk ve umutla.

Yazıyor yazıyor