Veryansın

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Değerli okurlarım, bu haftaki yazımızda daha önceki haftalardan farklı olarak güncel hayatımızın içinden bir konu seçtik. 11 Mart 2020 tarihinde ülkemizde ilk vaka açıklandığı günden itibaren hayatımızı, yaşam tarzımızı, kaderimizi keskin bir şekilde değiştiren COVİD-19 hastalığını bugün de biz ele alalım istedik. Geçen sekiz aylık sürede artık hepimiz, bu virüsün nasıl yayıldığından tutun da nerelerde hayatta kalabildiğine hatta hangi ülkeyi sevip sevmediğine dair çoğu bilimsellikten uzak sayısız uzman açıklaması dinledik veya maruz kaldık. Bunun yanında bazı uzmanlarımız, konuyu yanlış anlamış olacaklar ki “Bol sarımsaklı kelle paça çorbası içerseniz korona olmazsınız” gibi masumane fikirler ortaya attılar. Tabi bu tavsiyelerin ne kadarının işe yaradığı, ayrı bir tartışma konusudur.

Bütün bunlar olurken insanlığın kulağı, işini ciddiye alan bilim insanlarından gelecek aşı müjdesindeydi. Nihayet o müjde, yurt dışındaki bir şirketten geçen gün geldi. Alman BioNTech firması, aşıyı bulduklarını ve iki yıl içinde dünyanın her yerine ulaştıracaklarını açıkladı. Aşının Türkiye’ye gelmesinin ve uygulanmasının zamanına dair henüz resmi bir açıklama gelmedi. Uzun lafın kısası, kimse hala ne olacağını bilmiyor.

İlk vaka açıklandıktan iki gün sonra, 13 Mart günü Türkiye genelinde ilk ve orta öğretime iki hafta, yükseköğretime ise üç hafta zorunlu ara verileceği açıklandı. Ardından dönem sonuna kadar bütün okullar tatil edildi. Derslerin online işleneceği, okul sınavlarının yapılmayacağı, üniversite sınavının tarihinin değiştirilmesi gibi değişikliklere Türkiye’nin altyapısının hazır olup olmadığı tartışma konusu oldu. Nihayet 2019-20 Eğitim Öğretim Yılı bitti ve yeni yılda hastalığın etkisinin azalacağı, her şeyin normale döneceği temennisiyle Haziran’da yaz tatiline girildi. Vaka sayılarının da düşüşe geçmesiyle ülkede rahatlama havasına girildi ve getirilen sınırlamaların da kaldırılmasıyla turizm sektörü canlandı.

Haziran-Temmuz aylarında günde ortalama bin yeni vaka ile hastalığın kontrol altına alındığı, tatile çıkmakta hiçbir sakınca olmadığı kanısı hakimdi herkeste. 30 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasındaki Kurban Bayramı, 2020 turizm sezonunun en bereketli(!) zamanıydı. Döviz getiren yabancı turist bu yıl gelemediği için turizmciler, değeri gittikçe düşen Türk Lirası kullanan yerli turiste razı olmak zorunda kalmıştı. Hastalığın yayılma riski, o anda tatil yapan kimsenin düşünmek bile istemediği bir şeydi.

Sosyal medyada sadece bir milyon tatilcinin Çeşme’de olduğu ve sosyal mesafeyi hiçe sayarak tatil yaptığı, denize girdiği görüntüler tepkiye yol açmıştı. Hastalığın genel seyrinde bir kırılma noktasında olduğumuzu henüz kimse bilmiyordu. Ağustos-Eylül aylarında vakalarda ve vefat sayılarında ciddi bir artış oldu. Bu sırada yeni eğitim öğretim yılının nasıl olacağı hala belirsizdi. İlk olarak özel okulların masrafları büyük bir dert olduğu için önce onlar açıldı. Ardından yükseköğretimlerde karar üniversitelere bırakılırken Milli Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim öğretimin hem yüz yüze hem de online platformdan yapılacağı açıklandı. Sonradan okulların kademe kademe açılacağının açıklanması ise öğrencileri ümitlendirmişti. Ta ki Kasım’a kadar. Günlük yeni vakaların artması ve vefat sayılarının yükselmesiyle 18 Kasım’da yeni kararlar alındı. Sokağa çıkma yasakları, seyahat yasakları yeniden getirildi. Kademe kademe yarısı açılmış olan okullar kapatıldı. Eğitim öğretime online devam edilmesi gerektiğine karar verildi.

“Ne olacak?” sorusu, herkesin kafasını kurcalıyor. Pandemi başladığından beri kararsızlıkla alındığı belli olan bu kararlar bizi nereye sürükleyecek bilemiyoruz. Başladığımız yere geri dönmemiz de bu işin cabası. Öncelikle ülke olarak kendimize şunu sormalıyız: Değdi mi? Yaz tatili boyunca kapıldığımız rahatlama havasının bedelini şimdi ödüyoruz. Turizm sektörü parasız kalmasın, özel okullar batmasın diye alınan kararlar, şimdi bizi evlerimize yeniden tıkıyor. Özellikle online eğitimde altyapı sorunlarının trajikomik şekilde ortaya çıkması, yoğunluktan dolayı sistem çökmeleri yaşanması, Türkiye’de her evde verimli internetin bulunmaması gibi sorunlar halledilmemişken yıldırım hızıyla alınan bu kararların sonuçlarıyla öğrenciler yüz yüze kalacak. Yani Türkiye’nin geleceği olan öğrenciler. Hastalığı bulaştırdığı için sokağa çıkması yasaklanan gençler. Aylarca okullarına gidemeyen, önüne koyulan online eğitimden bir şey anlamaya çalışan gençler.

2020 yılının kazandıracağı üç kuruş para için gelecek birkaç yılımızı feda etmek daha mantıklı herhalde(!).

Veryansın