‘Körlük’ kitabının yorumlanması

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçen hafta okumaya başladığımız Körlük kitabı ile ilgili yorumumuz şöyle:

Kitap, aniden kör olan insanların körlük hastalığını başkalarına bulaştırmasınlar diye bir akıl hastanesine kapatılmasıyla başlıyor. Körler, burada kendilerine yeni bir yaşam oluşturmaya çalışıyorlar. Birbirlerini göremedikleri için ahlaki yozlaşma baş gösteriyor. Yeni toplumsal düzende insanlar arasında ahlaki çöküntü ve şiddet olayları yaşanıyor.

Körlerin gruplar halinde örgütlenmeleri, tuvalet ihtiyaçlarını alenen yapmaları, sürekli yiyecek bulma çabasında olmaları, kitap boyunca işlenen temel konulardan. İnsanlar, sadece görme yetilerini kaybetmiyorlar insanlıklarını da kaybediyorlar. Onlar için hayat, temel ihtiyaçlarını karşıladıkları bir yöne evriliyor. Çok övündüğümüz medeniyetimizin temelleri çatırdamaya başlıyor.

Günlük hayatta üzerinde çok fazla durmadığımız yemek, içmek, giyinmek, banyo yapmak gibi en basit eylemlerin bile aslında ne kadar önemli olduğunu, başkalarına muhtaç olmadan yaşamanın ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz. Ayrıca insanların büyük önem verdiği namus, şeref, gurur gibi kavramların farklı koşullar altında ne kadar değersiz hale gelebileceğini görüyoruz.

Tüm ahlaki değerlerimiz, görmemize veya görülmemize mi bağlı? Her şeyi başkaları için mi yapıyoruz; başkaları için mi yaşıyoruz? Eğer çevremizde bizi yargılayacak birileri olmayınca yine de dürüst, ahlaklı ve güzel olmak için çabalar mıydık acaba! Kitabı bitirdikten sonra bireysel kişiliğimizin aslında içinde bulunduğumuz topluma ne kadar da sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlayabiliriz.

Bunlarla birlikte kitapta adeta bir sistem eleştirisi yapılıyor. Özel mülkiyet sorunu, yeni şartlar göz önünde bulundurularak irdelenmiş. Örgütsüz toplulukların yaşadıkları ise tam bir trajedi. Çaresizlik sonucunda insanlar, bir arada yeniden yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Toplumsal yozlaşmışlık, ahlaki çürümüşlük ve karmaşa ortamında insanların neler yapabileceği, gücü ve çoğunluğu elinde bulunduran insanların, toplumu nasıl yönlendirdiği çok güzel ele alınmış. Toplum, sistem, din, ahlak, demokrasi, adalet ve özgürlük gibi kavramların altını eşeleyerek görmek ile bakmak arasındaki ince çizgiyi gün yüzüne çıkarıyor.

Bizlerin -yani biz gören körlerin- aslında neleri görüp de görmediğimizi hatta gördüğümüzü sandığımızı, körleşen insanların nasıl alçalıp küçüldüğünü çok güzel bir dille anlatmış yazar. Kitapta geçen; “Sonradan kör olduğumuzu düşünmüyorum, biz zaten kördük, gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler” diye bitiriliyor kitap. Fırsat bulduğunda insanın neler yapabileceğine dair harika bir kurgu.

Bütün sistemin görmek üzerine kurulu olduğu bir dünyada ortaya çıkan körlük hastalığı, telafisi zor şartların oluşmasına neden oluyor. Yaşantımızı diğer duyu organlarımıza hitap edecek şekilde ve diğer duyu organlarımızla kontrol edilebilecek şekilde yeniden düzenlememiz gerektiği çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Bir şeyi kaybetmeden değerini anlamıyoruz maalesef. Yazar, kitabında görme yetimizi kaybettirerek görmenin ne kadar önemli olduğunu bize hatırlatıyor.

Kitabın bir özelliği de; karakterlerin konuşmalarının kısa çizgi ile alt alta yazılmaması. Bunun yerine konuşmalar düzyazı şeklinde, virgül ile ayrılmış olarak yazılmış olup birbirini takip eden konuşmanın büyük harflerle başlaması. Bu detay ilk başta bizi zorlasa da çok kısa sürede alışıyor insan.

Her okurun farklı anlamlar bulabileceği, her insanı farklı bir yere götürecek tarzda bir roman. Kimi düz anlamdan hareket eder kimi yan anlamdan. Herkes için bir yol var.

NOT: Kendi yorumlarınızı yayımlanmak üzere [email protected] e-posta adresine gönderebilirsiniz. Haftaya yeni kitabımızı okumaya başlayacağız. Görüşmek üzere.

‘Körlük’ kitabının yorumlanması