Çağlar boyu çözülemeyen bir sorun: Kız-erkek ayrımı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ailelerin, ait olunan sosyal çevrenin ve toplumun isteği, cinsiyet ile ilgili ebeveynler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Ataerkil kültürde erkeğin ağırlığı ve üstünlüğü dolayısıyla hiç değilse ilk doğan çocuğun erkek olmasını istenmektedir. Aileden başlayarak topluma kadar genişleyen bu istek, gebe kadında ciddi bir strese neden olur. Bu bakımdan tarih boyunca anneler, doğuracağı çocuğun cinsiyetini etkileyeceğini düşündükleri birtakım inançlara sahip olmuşlardır. O yüzden doğacak bebeğin cinsiyetinin nasıl kontrol edileceğine dair hemen hemen her toplumda birçok batıl inanç vardır.

Eski Türklere baktığımızda kadınların o dönemde yaşayan toplumlardan daha fazla hakka sahip olduğunu görürüz ancak soyu sürdürmesi bakımından yine de erkek evlada sahip olmak, toplumda önemli görülen bir durumdu. Bunu Dede Korkut Hikayeleri’nde şu örnekle görmek mümkündür: Bayındır Han’ın oğlu Boğaç Han adlı hikayede Bayındır Han; düzenlediği ziyafette konukları olan beylere üç farklı otağ kurulmasını, oğlu olanın ak otağa, kızı olanın kızıl otağa, evladı olmayanın da kara otağa oturtulmasını emretmişti. Bu ayrım da Oğuz Türklerinde erkek evlat sahibi olmanın sosyal statüsünün olduğunu gösterir.

Çocuğun cinsiyetini tespit ile ilgili geleneksel pek çok inanış ve uygulama da mevcuttur. Cinsiyet tayini ile ilgili geleneksel uygulamalar; doğacak çocuğun erkek ya da kız olacağının önceden belirlenmesi düşüncesiyle yapılan uygulamalardır. Çocuğun tercih edilen cinsiyette doğması için gebelik öncesinde adak ve kurban adama, hocalara başvurma, kutsal görülen kişilerin mezarlarını ziyaret edip dua etme, muska ve tılsım yazdırma, kadının yatağa sağ taraftan yatıp sağ taraftan kalkması, gelinin yatağına oğlan çocuğu yuvarlama, evlendiği gün kadının kucağına oğlan çocuğu verme, oğlan doğuruncaya kadar doğum yapma gibi uygulamalara rastlanılmaktadır.

Ayrıca erkek çocuk sahibi olmak için küçük bir erkek çocuğun ağzından lokması alınarak yenir ya da kadın, bir erkek çocuğun elinden ekmek çalardı. Erkek çocuk doğurmak için hacdan getirilen buğday ve kurutulmuş deve eti yenir, zemzem içilirdi. Hep kızı olan aileler; son doğan kıza Döne, Döndü, Dursun, Durkadın, Dönüş, Yeter gibi isimler koyarlardı. Böylece ondan sonra doğacak çocuğun erkek olacağına inanılırdı. Ayrıca son doğan kıza Havva ismi de konurdu çünkü Havva’nın Adem’i çağıracağı yani kız çocuğun arkasından bir erkek doğmasını sağlayacağı kabul edilirdi.

Gebe kadının erkek ya da kız doğuracağını belirlemek için de tamamen tesadüflere dayalı uygulamalar vardır. Bunlardan bazıları, günümüzde de uygulanır. Örneğin gebe kadının haberi olmadan bir minderin altına makas, bir minderin altına bıçak konur. Kadın bıçağın üstüne oturursa çocuğun erkek, makasın üstüne oturacak olursa kız olacağına inanılır. Bir sacın üstüne dökülen şapın şekli sivri olursa çocuk erkek, yuvarlak olursa kız olacağı düşünülür. Pişmiş yumurta ikiye kesildiğinde ortası çukur olursa doğacak çocuk kız olacağı, ortası dolgun olursa doğacak çocuğun erkek olacağı kabul edilir. Yine tandıra koyulan hamur sertleşirse doğacak çocuk erkek, sertleşmezse kız olacak demektir. Kadının neye aşerdiği de cinsiyet tahmini için önemlidir. Eğer tatlı şeyler yemek istiyorsa bu bebeğin erkek olacağına, ekşi ya da acı şeyler yemek istiyorsa kız olacağına delalet eder. Burada yine ağız tadına atıfta bulunularak tatlı yiyeceklerin erkekle, acı ve ekşinin ise kızla ilişkilendirilmesi, kız evladın erkeğe göre daha önemsiz görülmesiyle alakalıdır.

Batı toplumunda da eski çağlardan beri erkek çocuk, kız çocuğundan çok daha değerli görülürdü. M.S. 2. yüzyılda Yunan hekim Galen, erkeğin üstünlüğünü şöyle dile getirmişti: “Şimdi nasıl insanlık, tüm hayvanların en mükemmeli ise aynı şekilde insanda da erkek, kadından daha mükemmeldir.” Galen, erkeğin kadından daha üstün olmasını erkek vücudunun kadın vücudundan daha sıcak olmasına bağlamıştır.

Ünlü Yunan filozofu Aristoteles de kadınların yalnızca erkek egemenliği altında olmaya uygun olduğuna inanıyordu. Kadınların doğası gereği egemen olan taraf değil, tıpkı bazı vatandaşların üstün olup diğer vatandaşları yönetmesi gibi erkekler tarafından yönetilmek için doğduklarını savunuyordu. Doğanın kadın bedenini sadece üreme ve besleme için tasarladığını ifade ediyordu. Erkeklerin kadınlardan üstün görülmesinin nedenleri vardı. Kadınlar, daha merhametliydi ve daha kolay ağlatılırdı. Dolayısıyla daha korkaklardı. Erkeklerden daha kıskanç ve daha mızmızlardı. Kadın, erkeğe göre daha çok moral bozukluğuna ve umutsuzluğa kapılırdı. Aristoteles’e göre kadınlar, daha utanmaz ve yalancıydı. Üstelik erkeklerden daha kolay aldatılırlardı. Yaralanmaya karşı daha dikkatli olduklarından cesur değillerdi. Bu nedenle yardım etme konusunda da erkeklerden aşağıydılar.

Hal böyleyken Avrupa’da da doğacak çocuğun erkek olması için çeşitli uygulamalara başvuruluyordu. Örneğin, kadınların erkek çocuk sahibi olma ihtimallerini artırmak için doğumdan önceki haftalar boyunca yatakta kalmaları teşvik edildi. Eski dönemlerde Avrupa’da kadın hamileyken erkeklerle ilgili şeylere, mesela erkek resimlerine bakmalıydı ki doğuracağı çocuk erkek olsun. Eski Yunan’da bir erkek çocuk dünyaya geldiğinde insanlar, evlerini zeytin yapraklarından yapılmış çelenklerle süslerlerdi. Oysa bir kız çocuk dünyaya geldiği zaman evlerin kapılarına yün topakları asılmaktaydı. Yani kız çocuklarının daha dünyaya geldiği anda evdeki işlerle ilgileneceği, bir anne ve ev hanımı olacağı belirlenmiş oluyordu. Bu tür doğum duyuruları, geçmişte birçok toplumda da mevcuttu.

Avrupa’da erkek bebeğe sahip olmak için uygulanan bazı ilginç yöntemler de vardı. 1059’da Dr. Trotula şöyle yazmıştı: “Eğer erkek çocuk sahibi olmak istiyorlarsa adam, bir tavşanın rahmini ve vulvasını alsın, kurutup toz haline getirsin. Şarapla karıştırıp içsin. Kadın da tavşanın testislerine aynısını yapsın ve âdet döneminin sonunda kocasının yanında olsun, bir erkeğe gebe kalsın.”

Bebek doğduktan sonra bile erkek-kız ayrımı devam ederdi. Eski inanışlara göre erkek bebeklerin sürekli ağlaması iyi değildi. Bebek, fazla ağlayıp sıkılırsa fıtık olabilirdi. Bu nedenle erkek bebeklerini fazla ağlatmazlar; buna karşın kız bebeklerinin ağlaması iyi karşılanırdı. Ağlayan kız çocuğunun hem ciğerlerinin açılacağına hem de büyüyünce gözlerinin güzel olacağına inanılırdı.

Velhasıl geçmişte erkek çocukları, kız çocuklarından daha değerli görülmekteydi ve çoğu aile, erkek çocuğa sahip olmak için çabalamaktaydı. Bugün yirmiden fazla ülkede erkekler lehine çarpık bir cinsiyet oranı mevcuttur. Nüfustaki bu dengesizlik, 20-30 yıl gibi bir sürede oluşmuştur. Bunun nedeni ise gelişen teknoloji sayesinde fetüsün cinsiyetinin hamileliğin erken aşamalarında belirlenebilmesi ve kız çocuğu istemeyen ailelerin bir şekilde hamileliğe son vermeleridir. Kız ve erkek çocukları arasındaki bu değer ayrımı, kendisini eğitimde de göstermiştir. Birçok toplum, zeka ve kavrayış olarak kızların erkeklere göre daha gerilerde olduğunu savunmuşlar ve eğitilmelerine rıza göstermemişlerdir. Yine tarih boyunca ve günümüzde de bazı ülkelerde inançlar gerekçe gösterilerek kızlar evlere kapatılmış, eğitim almaları gereksiz görülmüştür. Yani çağımızda kız ve erkek çocuk arasındaki ayrım, geçmiş çağlardaki kadar fazla olmasa da ne yazık ki halen devam etmektedir.

 

Çağlar boyu çözülemeyen bir sorun: Kız-erkek ayrımı