Türkiyelilik Meselesi
Ateş Dağlı
“Türkiyelilik” kavramını ortaya atanlar aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin ana kuruluş felsefesini bozmayı hedeflemektedirler. Milliyetin ve milli kimliğin arka planda kaldığı bir yapı oluşturarak millî birliği bozup bir nevi Anadolu coğrafyasını kimliksizleştirmeyi, federal bir yapı oluşturmayı arzu etmektedirler. Aslına bakılırsa genel olarak sokaktaki insanımızın sosyolojik ve etnik bir kimlik sorunu yoktur. Hâlâ Türkler ile Kürtler arasında evlilikler yapılmakta, doğu bölgelerimizden Kürt bireyler Türk ordusuna katılabilmektedir. Kimlik sorunu daha çok siyasî sebeplerle jakoben kesimin dayatmaları ve baskıları sonucu toplumumuza intikal eden bir sorundur.
Unutulmaması gereken şudur ki Türkler, Anadolu’daki etnik gruplardan birisi değildir. Hâkim kültürü oluşturan ve bu devleti kuran aslî unsurdur. Zaten bu sebepten ötürü 1085’de itibaren Avrupalılar Anadolu coğrafyasına Türkiye demiştir. Adı Türkiye Cumhuriyeti olan, nüfusunun %90’ı Türk olan bir ülkede Türk milletinin adının telaffuz edilmekten imtina edilmesi büyük bir projenin habercisidir.
Türk Milleti/Türkiye Milleti tartışmaları özü itibariyle bir üst kimliğin (devletin vatandaşına biçtiği kimlik) nasıl tanımlanacağı tartışmasıdır. Anayasal vatandaşlık tanımı tartışmalarını 150-200 yıl öncesine kadar götürmemiz mümkündür. 18. yüzyıldan itibaren dünyada yayılan milliyetçilik dalgası ile birlikte kozmopolit imparatorluklar derinden etkilenmişti. İmparatorluk içerisinde yer alan kimlikler dış tesirlerin etkisiyle birlikte bölücü isyanlar çıkarmış, Osmanlı yönetimi de bu konu karşısında bir üst kimlik arayışına girmek zorunda kalmıştı. Bu arayışların tezahüründe ortaya çıkan “Osmanlıcılık” anlayışı günümüzün “Türkiyelilik” fikrine benzemektedir. Lâkin Osmanlıcılık düşüncesi beklenilen sonuçları vermemiş ve toplumun birliği sağlanamamıştı. Örneğin Boşo (Boussios) Efendi'nin şu sözleri Osmanlıcılık fikrinin sosyolojik olarak benimsenmediğini göstermektedir: "Ben, Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlıysa o kadar Osmanlıyım!"
Ulus devlet anlayışını benimseyen ülkelerin çoğunda anayasal vatandaşlıklar etnik bir ana unsura göre şekillenmektedir. Ülke içerisinde farklı milletler, ırklar olsa da tek bir çatı altında toplanılması için üst kimlik belirlenir. Eğer ki devlette çok siyasal kimlik olursa kozmopolit bir yapı oluşur ve tarih bizlere defaatle göstermiştir ki bu devletler ayakta duramamışlardır. Nasıl Almanya'da, İngiltere'de, İtalya'da yaşayan ülke vatandaşları, kendilerini "Almanyalıyım", "İngiltereliyim", "İtalyalıyım" olarak vasıflandırmıyorsa bizler de kendimizi “Türkiyeliyim” demeyecek, “Türk Milleti” diyen bir nesil olacağız. Onlar ulus devlet yapısını kabul ederek kendilerini “İngiliz”, "Alman”, “İtalyan” olarak isimlendirecekler de biz neden kendimize "Türkiyeli" diyeceğiz? “Türk Tarih Kurumu”, “Türk Savunma Sanayii”, “Türk Silahlı Kuvvetleri” vb. yerine “Türkiye Tarih Kurumu”, “Türkiye Savunma Sanayii”, “Türkiye Silahlı Kuvvetleri” gibi kullanımların olmayacağı aşikârdır. Bu tarz kullanımların Türklüğe duyulan alerjiden kaynaklandığı açıktır.
Şunu üzerine basa basa belirtmek gerekir; “Türk Milleti”, “Türk Devleti” lafızlarında kullandığımız “Türk” sıfatı etnik bir anlamda değil, “üst kimlik” ile “vatandaşlık” anlamlarında ifade edilmektedir. 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” denilmektedir. 10. maddede ise “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” denilerek “Türk” sıfatının etnik bir anlam taşımadığı, hukuken herkesin eşit olduğu vurgulanmaktadır. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda “Türk” etnisitesinin baskınlığı ortadadır. Bu devletin kurucu unsurunu Türkler oluşturduğu için böyle olması pek tabiidir. “Türkiyelilik” kavramını getirmek isteyenlerin çıkmaza düştüğü nokta buradadır. Kullandıkları kavramın kökeninde bile “Türklük” yatmaktadır. Az çok tarih şuuruna ve bilgisine sahip olanlar bilecektir ki “Türkiyelilik” kavramının sosyolojik olarak bu coğrafyada tutmayacağı gayet ortadadır.
Dış tesirlerin ve jakobenlerin etkisi altında kalan bazı kesimler Anayasa’da yer alan “Türk” üst kimliğinden rahatsız olmaktadırlar. Elbette hiç kimse kendini Türk olarak veya başka bir kimlikte hissetmeye mecbur değildir. Bireyler kendilerini “Kürdüm”, “Ermeniyim”, “Gürcüyüm” vb. şekilde vasıflandırabilir. Lâkin her bir şahıs hukuk karşısında Türk vatandaşıdır. Üst kimliğin “Türklük” olması, farklı kimliklerin asimile edildiği anlamına gelmez. Aksine üst kimliğin “Türklük” olması, farklı kimlikleri/kültürleri tanıyan ve millî birliği oluşturup bir arada yaşamayı mümkün kılan bir çerçevedir. Eğer ki Anayasa’dan “Türk” üst kimliği çıkarılırsa “Tek Millet, Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Devlet” sloganları ile bağdaşmayan kimliksiz bir metin elde edilecek ve “Ortak Vatan” sloganları ile bölünmenin fitili yakılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası tehdit altında kalacaktır. Sonuç olarak son derece yapay ortamda üretilmiş, hem tarihsel hem sosyal alandan yoksun “Türkiyelilik” kavramı ülkemiz için faydalı olmayacağı ortadadır. Türk gençliği, tarihini öğrenmeli ve dış tesirlerin etkisi altında kalmadan millî aidiyetini korumalıdır. Geleceğin inşası buna bağlıdır.