Ateş Dağlı

OSMANLI'DAN ATATÜRK'E HAFTA TATİLİ UYGULAMASI

Ateş Dağlı


İslâm dininde haftalık toplu ibadetin yapıldığı cuma gününe önem verilmesine rağmen gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse sağlam hadislerde Müslümanların dinlenme amacıyla belirli bir tatil günü belirtilmemiştir. Üstelik ne Asr-ı Saâdet ne de dört halife döneminde cuma gününün tatil olduğuna yönelik bir kayıt bulunmamaktadır. [1] 
Cuma günü ilk defa Emeviler döneminde kısmen tatil olmuştur. Emeviler döneminde sadece mahkemeler, Abbasiler döneminde de yalnızca resmî daireler cuma günleri tatil edilmiştir. Hanefi Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe döneminde de mahkemeler ve okullar yalnızca cumartesi günü tatil olmuştur. [2] Haftalık dinlenme gününün belirlenmesi ve benzeri meseleler genellikle örfe göre ya da hizmet akdine, taraflar arası anlaşmaya göre belirlenmiştir. [3] 
Bu konuya dinî açıdan bakacak olursak İslam dininde toplu namaz ibadetinin gerçekleştiği cuma günüyle ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de şu ayetler yer almaktadır:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.” (Cuma, 62/9)
“Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan nasip arayın. Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma, 62/10)
Bu ayetlere bakıldığında cuma gününün tatil olması gerektiği anlamı çıkartılamaz. Cuma günü için iş yapılmasının sakıncalı olduğu vakit ile ilgili, genel olarak, iç ezanın okunmasından namaz kılınıncaya kadarki zaman aralığı anlaşılmıştır. [4]
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınlamış olduğu Kur’an Yolu tefsiri incelendiğinde verilen ayetler hakkında şu yorum yapılmaktadır: 
“10. âyette geçen “yeryüzüne dağılınız” anlamındaki buyruk, cuma namazının kılınmasından sonra çalışmaya, dünya işiyle meşgul olmaya dinî bir engel bulunmadığını belirtmektedir. Bu ifadeyle muhtemelen, müslümanların yakın çevrelerinde dinî telakkilerine en fazla muttali oldukları yahudilerin cumartesi gününe ilişkin uygulamaları dolaylı biçimde eleştirilmiş olmaktadır. Zira onlar bir taraftan bu konuda kutsal kitaplarında yer alan ifadeyi yüce Allah’ın kudretini sınırlar ve O’na noksanlık izâfe eder bir biçime dönüştürmüşler (Tekvîn 2/2-3), bir taraftan da ya bu güne ilişkin buyruğa hiç uymama yahut onu çerçevesi dışına taşırıp cumartesiyi abartılı bir yasaklar günü haline getirme şeklinde aşırılıklara gitmişlerdi (bk. Bakara 2/65; A‘râf 7/163-165). Böylece “Yeryüzüne dağılınız” buyurularak, cuma namazı çağrısı üzerine dünya meşgalesini bırakıp hemen toplu ibadet mahalline gitme vecîbesinin yanlış anlaşılması önlenmiş, yasağın namaz süresiyle sınırlı olduğuna açıklık getirilmiştir. İfadenin asıl amacı bu olmakla beraber, buradaki emir ifadesinden ayrıca çalışmaya teşvik anlamı da çıkarılabilir; çünkü âyetin devamında “ve Allah’ın lutfundan nasip arayınız” buyurulmaktadır. Bu da, namaz süresine ilişkin yasağın tembelliğe itici bir sebep olarak algılanmaması için yapılmış bir uyarı olmalıdır.” [5]

OSMANLI DEVLETİ’NDE HAFTA TATİLİ UYGULAMASI
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde mevcut bir hafta tatili yoktu. Diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da cuma gününe dinî hükümler dışında bir anlam verilmemiş ve namaz vaktinde kısa bir süre işe ara verme dışında cuma günü hafta tatili yapılmamıştı. 1820’lerde hafta tatili olarak pazartesi ve perşembe günü belirlenirken 1830’larda pazar günü olmuştur. Değişik zamanlarda bazan cuma, bazan pazartesi bazan perşembe ve salı günlerinde tatil yapıldığı anlaşılmaktadır. Her iş kolunun kendine göre bir tatil uygulaması bulunmaktaydı.  Fakat bu uygulama da belli bir periyoda ve belli bir güne bağlı değildi. [6] 
Mesela Osmanlılar’da cuma günleri sabah namazından sonra vezîriâzam başkanlığında Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin de katılmaları ile Vezîriâzam konağında bir divan toplanılırdı. Burada büyük tezkereci, çavuşbaşı, divan çavuşları gibi görevlilerin katılımı ile birlikte şer’î ve örfi davalar görüşülür ve bir takım kararlar alınırdı. Yani bu örnekten görüleceği üzere cuma günü her iş kolu için tatil değildi. [7]
XVIII. yüzyılın ilk yarısında devlet daireleri perşembe günü tatil yaparken daha sonra tatil günü olarak pazartesi günü de eklendi. Sadrazam İzzet Mehmed Paşa, işlerin yoğunluğunu ileri sürerek 1774 yılında hafta tatili uygulamasına son verdi ve memurların her gün çalışmasını sağladı. [8]
Kısacası Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 19. Yüzyıla kadar her iş kolunda ayrı gün ve farklı sürelerde tatil uygulanagelmiştir. Devlet meselelerinin yoğunlaştığı ve ciddi muharebe süreçlerinin olduğu bazı dönemlerde haftalık tatil uygulamasının sona erdirildiği görülmektedir. Hafta tatili konusunda sistemli ve standart bir düzen oluşturma gayretleri, ancak XIX. yüzyılın ortalarına doğru, özellikle Tanzimat hareketinin ortaya çıkmasıyla görülmüştür. [9]
II. Mahmud devrinde tatil uygulamasına yeniden başlanmış ve standart bir düzen oluşturulmak istenmiştir. 1831-32 yıllarında Bâbıâli ile diğer bazı resmî dairelerde perşembe ve pazar, Bâb-ı Defterî’de ise pazartesi ve perşembe günleri hafta tatili yapılmıştır. Fakat hafta tatilinin iki gün olması ile birlikte işler yoğunlaşmış ve böylelikle yalnız pazar günü tatil ilan edilmiştir. Mısır sorunu yüzünden işlerin aksaması ile birlikte tatil uygulamasına son verilmiştir. Mısır meselesi halledildikten sonra ise hafta tatili uygulaması tekrar başlamış ve 1833-34 yılında yalnız defter memurlarının perşembe günleri tatil yapmasına karar verilmiştir. 1836 yılında yapılan düzenleme ile birlikte Bâbıâli memurlarının da perşembe günü tatil yapması kararlaştırılmıştır. İlerleyen dönemlerde pazar günü de hafta tatiline dâhil edilmiş fakat Tanzimat’ın ilanı (3 Kasım 1839) sonrasında tatil günü olarak yalnız perşembe günü bırakılmıştı. Fakat bu uygulamada da bir takım aksaklıklar yaşanmış ve perşembe günü tatil yapan devlet memurlarının bir kısmı ertesi günü cuma namazını bahane etmesi sonucu işleri aksatıp görevlerini yerine getirmemeye başlayınca 17 Ocak 1842’de hafta tatili perşembeden cumaya alındı. Cuma tatilinin yalnızca resmî devlet dairelerinde çalışan Müslümanlar için geçerli olması kabul edildi. Hıristiyan memurlar ise pazar günü, Museviler de cumartesi günü tatil yapıyordu. Böylelikle Osmanlı’da haftada üç tatil günü ortaya çıktı. [10]
XIX. yüzyılda başta iktisadî alanda olmak üzere her bakımdan dışa bağımlı hale gelen Osmanlı Devleti’nin haftada üç gün tatil sistemini benimsemesi pek çok açıdan zorluk yaratmıştır. Kapitülasyonlar, dış borçlar ve Düyûn-u Umumiye kıskacında bağımlı bir ekonomiye sahip olan Osmanlı’nın hafta tatili sisteminde ki düzensizlik ve iş gücünü zayıflatan uygulamaları devleti bağımlı hale sokan bir diğer sebepti.

CUMA TATİLİNİN PAZAR GÜNÜNE ALINMASI
İzmir İktisat Kongresi'nde (17 Şubat-4 Mart 1923) bütün tebaanın uyacakları bir hafta tatili gündeme gelmiş ve çoklu tatil sisteminin sona erdirilerek iktisadî kalkınma yolları aranmıştır. Bunun üzerine tüccar grubunca hazırlanan teklif gereği hangi din ve mezhepten olursa olsun bütün Türk vatandaşlarının cuma günü tatil yapması öngörülmüştür. Kongrede alınan bu karar gereği cuma gününün hafta tatili olarak kabul edilmesi için 19 Kasım 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iki kanun teklifi sunuldu. Gümüşhane mebusu Zeki Bey'in teklifinde kanunun gerekçesi olarak Müslümanların cuma, Hıristiyanların pazar ve Mûseviler'in cumartesi tatil yapmalarının millî hâkimiyet ve iktisadî hayatla bağdaşmadığı ileri sürülmüştü. Menteşe mebusu Şükrü Kaya ve otuz iki arkadaşınca verilen ikinci teklifin gerekçesinde ise milleti oluşturan asıl unsurların Müslüman olduğu, İslâmiyet'te cuma tatili olmamasına rağmen geleneklerin cumayı tatil kabul ettiği belirtilmekteydi. Hafta tatiliyle ilgili teklifler İktisat ve Adliye komisyonlarında birleştirildikten sonra genel kurula gönderildi. Teklif üzerindeki müzakereler 29 Aralık 1923 tarihinde başladı. Müzakerelerin tamamlanmasının ardından 2 Ocak 1924 tarih ve 394 sayılı 14 maddelik “Hafta Tatili Kanunu” ile Müslim-gayrimüslim tüm Türk vatandaşları için hafta tatili resmî olarak cumaya alındı. [11]
Hafta Tatili Kanunu 1935 yılına kadar yürürlükte kaldı. 13 Mayıs 1935’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne millî bayram ve genel tatiller hakkında bir kanun teklifi sunuldu ve hafta tatilinin cuma gününden pazara alınması öngörülmekteydi. Kanun teklifinin gerekçesinde pazar gününün milletlerarası tatil günü olduğu ve ekonomik açıdan bunu uygulamamız gerektiği belirtilmekteydi. 23 Mayıs'ta genel kurula sevkedilen teklifin bütünü üzerinde konuşan milletvekilleri, İslâmiyet'te cuma gününün namaz saati hariç tatil olmadığını, ayrıca Cumhuriyet'e geçiş ile beraber Avrupalı devletler sırasına girildiği belirtilip milletlerarası hafta tatiline uymak gerektiğini vurgulamışlardı. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ise kanunun tamamen siyasî ve içtimai bir mesele olduğunu, dinî bir mesele olmadığını açıklamıştır. [12]
Daha sonrasında kanun 27 Mayıs 1935 tarihinde tartışılmış ve hafta tatili konusunun modernleşme açısından önemli olduğu ve ekonomik açıdan cuma tatilinin pazara alınmasının uygun olacağı söylenmiştir. 27 Mayıs 1935 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söz almış olan Muş Milletvekili Hakkı Kılıç, cuma tatili hakkında şu açıklamaları yapmıştır: “Arkadaşlar, günlerin adları gökten inmiş ve bir kısmı mukaddes tanınmış değildir. Herşeyin adını veren insanlar günlerin de adlarını kendileri vermişlerdir. Lâyihada teklif edildiği gibi bunun esası doğrudan doğruya ekonomiktir. Hakikaten biz, Cumhuriyetin ilânile tamamen garb medeniyetine doğru yürümekte olduğumuz bir sırada artık Şarka bağlı kalamayız, Bilâkis köhne kanunların hiç bir hükümleri bizim üzerimizde müessir olamaz. Onun için maddede, Hükümetin de izahat vermiş olduğu veçhile, doğrudan doğruya açık bir şekilde ifade edildiği için artık bunun üzerinde durulmağa değmez. Binaenaleyh kanunun olduğu gibi kabulünün çok doğru olduğuna kaniim. [13]
27 Mayıs 1935 tarih ve 2739 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun oy birliğiyle kabul edildi. Söz konusu kanuna göre hafta tatili cumartesi saat 13.00'te başlayıp Pazar günü gece 24.00'te bitecektir.  [14]
Hafta tatilinin cumadan pazara alınması üzerine bunun dinî yönden sakıncalı olduğunu söyleyenler olmuş ve bunlara yönelik basında cevaplar verilmiştir. Kurun gazetesinin 2 Haziran 1935 tarihli basımında “Cumadan Pazara” başlıklı imzasız bir yazıda İslâm hükümlerinde cuma gününün dinî olarak tatil günü olması gerektiğine yönelik bir kaydın bulunmadığı belirtilmiş ve Şükrü Kaya’nın kamutayda ki konuşmasına atıf yapılarak hafta tatili konusunun dinî meselelerden ziyade içtimaî sorunlar üzerine ele alındığı anlatılmıştır. [15]
Hafta tatilinin pazar gününe alınması sonucu İstanbul borsası yabancı piyasalara uymuş ve işler kolaylaşmıştır. Tan gazetesinin 2 Haziran 1935 tarihli haberine göre hafta tatilinin cuma gününden pazara alınması ile birlikte bunun faydaları hemen görülmüştür: “Hafta tatilinin cumartesi öğleden sonra başlaması borsacıların işlerini çok kolaylaştırmıştır. Borsa mübayaacılarından biri bir yazıcımıza şunları söylemiştir: "Cuma günleri bizim borsa kapanıyordu. Avrupa borsalarında olan muamelatı cumartesi günü takip etmekte güçlük çekiyorduk. Pazargünleri de Avrupa borsaları kapalı olduğu halde biz burada sözde çalışıyorduk. Fakat yabancı borsalarda ne olup ne bittiğini bilmediğimiz için pazar hatta pazartesi günkü işlerimiz durgun gidiyordu. Şimdiden sonra yabancı borsaların tatili ile bizim tatil günü de birleşince muhaberat hiç bozulmayacak ve bu yüzden borsamızın faaliyeti artacaktır. Diyebiliriz ki, hafta tatilinden en çok istifade eden borsacılardır.” [16]
Atatürk döneminde Türkiye’ye gelen ve İstanbul Üniversitesi’nde dersler veren Yahudi hukukçu Ernst Eduard Hirsch (1902-1985), yazmış olduğu hatıralarında hafta tatilinin cuma gününe alınmasının sebeplerini şöyle açıklamıştır: “Resmi tatilin Pazara alınması, lâik bir devlette resmî dinlenme günlerinin dinle hiçbir ilişkisinin olamayacağı gerekçesiyle açıklandı. Bunun dışında, haftalık dinlenme günlerinin Müslümanlar için Cuma, Yahudiler için Cumartesi ve Hıristiyanlar için de Pazar günü olması büyük güçlükler doğuruyordu ve ülke ekonomisi açısından sakıncalıydı. Özellikle yurtdışıyla sürdürülen resmî ilişkiler ve iş ilişkileri bakımından da o günkü durumun sürdürülmesini savunmak imkânsızdı. Çünkü yurtdışında, hemen hemen hiç istisnasız Pazar günü resmî tatil günü sayılıyordu.” [17]
Kemalist modernleşmeyi inceleyen Bernard Lewis ise hafta tatilinin pazar gününe alınması konusunda şu açıklamayı yapmıştır: “1935 yılı iki kayda değer yenilik daha getirdi. Birincisi bütün Türkler tarafından soyadı almak zorunluluğu idi; ikincisi bütün devlet ve kamu dairelerinde Cumartesi saat 13.00’ten Pazartesi sabahına kadar bir hafta tatilinin kabulü idi. Bu tedbirlerin ikisi de, daha önce başarılmış olanlara kıyasla küçük önemde olmakla beraber, İslam geleneğinden köklü bir ayrılmayı gerektiriyordu. Haftalık dinlenme günü bir Yahudi ve Hıristiyan âdeti idi, fakat İslam âdeti değildi; Müslümanların Cuması toplu bir ibadet günüydü, fakat bir Sabbat değildi; geleneksel olarak da camiler etrafında kurulan pazarlarda en büyük faaliyet günüydü. Cuma günü hafta tatili Meclis tarafından 1920 de önce demiryolu işçileri için kabul edilmiş ve 1924’te nüfusu 10.000’i aşan bütün kentlerde genelleştirilmişti. Haftalık tatil gününün Müslüman Cumasından Hıristiyan Pazar'ına naklinin aşikâr iktisadî ve idarî yararları vardı ve Batı saat ve takviminin kabulünün mantıkî bir sonucuydu.” [18]
Atatürk, modernleşen dünyaya ayak uydurmak istemiş ve bu sebeple siyasî, kültürel, ekonomik ilişkiler gibi alanlarda pek çok devrim ve yenilik yapmıştır. Bu çalışmaları arasında yer alan hafta tatili konusu da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yapılan bu çalışmaların, reddimiras veya din düşmanlığıyla alakası yoktur. Laik bir devlet modeline geçiş amacıyla pratik ihtiyaçlar gereği rasyonel ve milletin yararına uygun yenilikler yapılmıştır. Modernleşen pek çok ülkede bu durum gözlemlenmiş ve yapılan devrimler ile uluslararası sisteme ayak uydurulmak istenilmiştir.

ATATÜRK’ÜN CUMA TATİLİ HAKKINDA GÖRÜŞLERİ
Atatürk’ün yapmış olduğu açıklamalar ve faaliyetler incelendiğinde çelişkili hareket ettiği sanılabilir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki Atatürk hayatı boyunca değişik zamanlarda ve değişik konularda farklı yaklaşımlar sergilemiştir. O dönemin şartlarına göre hareket etmeyi tercih etmiş ve buna göre politikalarını belirlemiştir. Yani Atatürk’ün pragmatik bir lider olduğunu unutmamak gerekir. 
Örneğin Mustafa Kemal Ankara’ya gelişinin ertesi günü yani 28 Aralık 1919’da Ankara eşrafına ve ileri gelenlerine bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında düşman milletlerini eleştirip onların faaliyetlerinden bahsetmiştir. Mustafa Kemal, düşman milletlerini tarif ederken onların İslamların mahsus günü olan cuma gününü resmen tanımadığını, Müslümanlara pazar gününü mübarek ve tatil günü olarak kabul ettirmeye zorlayan kişiler olduklarını söylemiştir. [19]
Bilindiği üzere İzmir İktisat Kongresi'nde (17 Şubat-4 Mart 1923) tüccar grubunca hazırlanan teklif gereği cuma gününün tatil yapılması öngörülmüştü. 15 Mart 1923’te Adana’ya giden M. Kemal, Adana’daki Ulucâmii ziyâret etmiş ve ardından Esnaf Cemiyetinin verdiği çaya iştirâk etmiştir. Sohbet esnasında hafta tatili konusu açılmış ve esnaflar hafta tatili tasarısını kabul ettirmek hususunda zorluk çekildiğini ifade etmiştir. Ayrıca esnaflar bir milletvekilinin Ulucâmi’de konuşma yaparak hafta tatilinin gâvur âdeti olduğunu söylediğini Mustafa Kemal’e anlatmış ve Mustafa Kemal de bunun üzerine cuma gününün dinen önemli olduğunu söyleyerek şu açıklamayı yapmıştır: “Sizler ki çok çalışıyorsunuz. Çok çalışanlar o nisbette havaya, sessizliğe, dinlenmeye muhtaçtır. Cumâ gününü hava alma ve tatil günü yapmakla çok akıllıca bir iş yapmış oldunuz. Bu haftada bir günlük bir tatil hem sıhhatiniz için hem de din gereği olarak lüzumludur. Biliyorsunuz ki, şeriatta Cumâ namazından maksat herkesin dükkânlarını kapayarak, işlerini bırakarak, bir araya toplanmaları ve İslâmların genel meseleleri hakkında dertleşmeleri içindir. Cuma günü tatil yapmak, şeriatın da emri gereğidir. Bu kadar açık bir hakikati size herhangi bir kişinin, milletvekili olsun, ben olayım, hacı olsun, hoca olsun, bu yapılan şey dine aykırıdır, demesi kadar küstahlık, dinsizlik, imansızlık olamaz.” [20]
Görüldüğü üzere Mustafa Kemal Atatürk hem “Cuma gününü tatil yapmak şeriatın emri gereğidir” diyor, hem de cuma günü yerine pazar gününü tatil ilan ediyor. Ortada bir çelişki varmış gibi gözükse de durum tam olarak böyle değildir. Çünkü Atatürk pragmatist bir liderdir. Mustafa Kemal’in Millî Mücadele sürecinde ve hemen sonrasında yoğun bir şekilde İslam vurgusu yapması pek tabiidir. İslam dini, işgal kuvvetlerine karşı mücadele sırasında herkesi birleştiren ve Millî Mücadele’ye sevk eden bir kavram olduğu gibi aynı zamanda dış politika konusunda da işgal kuvvetlerine karşı siyasî bir silahtır. Taha Akyol’un “Ama Hangi Atatürk” adlı eserindeki verilere göre Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920-27 Ocak 1923 arasında 792 İslamî terim kullanmıştır. Hilafet’in kaldırılmasından sonra ise artık dinî terimler siyaset arenasından çekilmeye başlamıştır. Artık laik bir devlet modeline geçmeye başlayan Türkiye’nin Doğu milletleriyle olan ilişkisi İslamî terimlerden ziyade Sadâbad Paktı gibi “reel politik” ihtiyaçlara göre şekillenmiştir. [21]

DİPNOTLAR
[1] Ramazan Altınay, “Erken Dönem İslâm Toplumunda Zaman (Gün-Ay-Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dinî Araştırmalar, Cilt 7, Sayı 21, s. 234; Hasan Doğan, “Arşiv Belgelerine Göre İslam Hukuku’nun Geçerli Olduğu II. Meşrutiyet Döneminde Tatiller, İzinler Ve Çalışma Süreleri”, BELLETEN 82, sy. 294 (Ağustos 2018): 702.
[2] Cevdet Küçük, "Hafta Tatili", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1997), XV, 131.
[3] Hasan Doğan, a.g.m., s. 703.
[4] Hasan Doğan, a.g.m., s. 702.
[5] Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C. V, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 7. Baskı, 2020, s. 352.
[6] Cevdet Küçük, a.g.m., s. 130.
[7] Aysema Pelin Şaşmaz (2024). Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Halkın Adalete Ulaşma Aracı Olarak “Arz-ı Hal” Uygulaması. Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 6(4), 1247.
[8] Cevdet Küçük, a.g.m., s. 130-131.
[9] Hasan Doğan, a.g.m., s. 703.
[10] Cevdet Küçük, a.g.m., s. 131.
[11] aynı yer.
[12] Cevdet Küçük, a.g.m., s. 131-132.
[13] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 5, Cild 3, İçtima 31, sayfa 302. (27 Mayıs 1935)
[14] Cevdet Küçük, a.g.m., s. 132.
[15] Kurun, 2 Haziran 1935, s. 2.
[16] Tan, 2 Haziran 1935, s. 3.
[17] Ernst E. Hirsch, HÂTIRALARIM, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1985, s. 344.
[18] Bernard Lewıs, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Prof. Dr. Metin Kıratlı, TTK Yay., 5. Baskı, Ankara, 1993, s. 287.
[19] Atatürk’ün Bütün Eserleri (1919-1920), C. 6, Kaynak Yay., İstanbul, 2001, s. 28.
[20] Hâkimiyet-i Milliye, 21 Mart 1923, Numara: 769, s. 2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Türk Tarih Kurumu Yay., 5. Baskı, 1997, s. 131.
[21] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, 3. Baskı, İstanbul, 2008, s. 548.

 

Yazarın Diğer Yazıları