Zülfü Livaneli'ni kritik ederken

17 Ekim Perşembe akşamı Konak Belediyesi'nin düzenlemiş olduğu edebiyat-sanat etkinliklerine Zülfü Livaneli'nin katılacağını öğrendiğimde tabii ki...

17 Ekim Perşembe akşamı Konak Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu edebiyat-sanat etkinliklerine Zülfü Livaneli’nin katılacağını öğrendiğimde tabii ki çok sevindim. Bu tür etkinlikleri düzenleyen, emek veren herkese teşekkür ederiz. Bir özel teşekkür de Livaneli’ni bizimle buluşturan yazar Zafer Köse için olsun.

Şarkıları, romanları kadar fikirlerini de önemsediğim Livaneli, hem duygu hem de fikir adamıdır. Filmlerini de unutmak mümkün değil. Kendisinin eserinden uyarlanan Mutluluk filminin çok etkisinde kalmıştım. İzlemenizi tavsiye ederim. 73 yaşında olmasına rağmen hiçbir şey değişmemiş. Kültürüne hizmet etmek için halen çırpınıyor. Birlik beraberlik mesajları ile Türk’üyle, Kürt’üyle hepimizin kardeş olduğunu yinelemesinin son günlerde Barış Pınarı Harekatı sürecinde çok kıymetli konuşmalar olduğunu düşünüyorum.

Dinleyiciler arasında başörtülü pek çok hanımın olması da bütünlüğü sağladı. Bir ara Kuran-ı Kerim’den, “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” ayetine de vurgu yapması, kendisini dinlemeye gelen pek çok muhafazakarı da kucakladığını gösterir. Zümer Suresi 9. Ayet . Böylesi uzlaşı kültürüne çok ehemmiyet veriyorum. Şiirin bizi kucaklaştırdığına değinmesi, bir araya gelmek için illa ki depremlerin olmasını beklememek gerektiğini de söylemesi, salonda alkış seline yol açtı. Hakikaten de öyle değil mi sevgili okurum?

Livaneli, sanatın evrensel kucaklayıcı dili olduğunu vurgularken ne olduysa sanatın, özellikle şiirin sol ideolojiye ait olduğunu ve bunu kimseye vermeye niyetlerinin olmadığını açıkladığı anda iç dünyamda fay hatları sarsıldı. Biraz önceki birlik mesajlarına ne olmuştu ki? Konuşma boyunca Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal isimlerinden başka edebiyat, şiir alanında isim söylememesine üzüldüm. Elbette ki Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal çok değerliler, onları da keyifle okuyoruz. Fakat Anadolu topraklarında şiir dendiğinde sadece Nazım Hikmet, edebiyat dendiğinde Yaşar Kemal mi var? Toplum olarak zaten sevgi diline ihtiyacımız var. Şiir gibi güzel bir tutkal bulduk, şimdi bunu da sağcıların, solcuların tutkalı diye mi ayıralım? Benim yaşım kadar yazı hayatı olan Livaneli’yi eleştirmek, haddim elbette değil ama iyi niyetler ile bir şeyleri sorgulamayacak mıyız? Söyleşinin sonunda dinleyenlere soru sormaları ve görüşlerini belirtme dediğimiz fikir teatisi yapma imkanı verilmiş olsaydı bu yazdıklarımı orada dillendirmiş olabilecektim.

Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini beğendiğimde AK Partili mi olurum, Saadet Partisi’ni mi desteklerim diye de düşünmeden edemiyorum. Anlamakta zorlanıyorum, şairi sadece şiirleriyle ne zaman sahiplenebiliriz?

Sanırım bu ülkede hiçbir zaman birilerini beğenmeye gör. Hemen kategorize ediliriz. Önyargıları kırmak, şiirle bile mümkün olamıyor demek; ne acı…

Necip Fazıl’ı sağcılar sevdiği için sağcı olamam, AK Parti sahiplendiği için de hükümetin her politikasını benimseyemem. Kaldırımlar şiiri için hayranım Necip Fazıl’a… Nasıl hayran olamam şu mısralara; “Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi / Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. / Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; / Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.”

Yaşanmadan yazılmıyor, yaşanmadan hissedilmiyor; şair sanki öyle bir yazmış ki gecenin karanlığında çaresizce kaldırımlarda kalmış da arkadaş olarak onunla konuşmuş gibi…

Sezai Karakoç da rüzgarla konuşmuş gibi yazmış bakın Rüzgar şiirine; “Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlarım/ Gelin duvağından kopan bir rüzgar / Bu rüzgar yüzünden bulutlar yarım / Bu rüzgar yüzünden bana olanlar…”

Bayrak şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat adlı eserinde 6. şiir kitabı Asım’da ne güzel belirtir; “Zulmü alkışlayamam/ Zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için / Geçmişe kalkıp sövemem …”

Sabahattin Ali, türkü olarak da dinlediğimiz Leylim Ley şiirinde; ‘Döndüm daldan düşen kuru yaprağa/ Seher yeli dağıt beni kır beni / Götür tozlarımı burdan uzağa / Yarin çıplak ayağına sür beni/ Geleceksen bir gün düşüp ardıma / Kula değil yüreğine sor beni…” derken sol görüşlü olduğu için okumayacak mıyım?

İsmet Özel, Mazot şiirinde, “Ağlamadan dillerim dolaşmadan gecenin karşısında / Şafaktan utanmayıp / Utandırmadan aşkı / Üzerime yüreğimden başka muska takmadan konuşmak istiyorum …” derken aşkı ne güzel anlatır. Sağ görüşlü olduğu için itibar etmeyeyim mi ?

“Gönül Çalap’ın tahtı / Çalap, gönüle baktı / İki cihan bedbahtı / Kim gönül yıktı ise …” Sevgili okurum eski Türkçede Çalap, “Yaradan” demektir. Gönlü kırık bir şair Yahya Kemal Beyatlı, Atik Valide’de şiirini ne zaman okusam beni alır çocukluğuma götürür. “İftardan önce gittim Atik Valide semtine” diye başlayan şiir; “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz/ Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı/ Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı/ Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime / Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime / Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür / Madem ki böyle duygularım kaldı çok şükür …”

Cahit Zarifoğlu ile Cemal Süreyya arasındaki yazışmalar, şairlerin fikirleri farklı olsa da duygular söz konusu ise ne kadar seviyeli ve kaliteli olmak zorunda olduğunun da bir ispatıdır. Bu bağlamda sanatı, edebiyatı, özellikle de şiiri siyasete alet etmek, sadece sağ ideolojiye ya da sol devrimci akıma aitmiş gibi lanse etmenin şiire en büyük ihanet olduğunu şair Nuri Pakdil ne güzel belirtmişti. Belirtmişti diyorum çünkü ben satırları kaleme aldığım sırada haber ajanslarına kendisinin vefat haberi düştü. Yaşarken örnek yaşar isen vefat ederken de yine insanlığa hizmetin oluyor. Böylesi kişilere sevdalanmamak mümkün mü? Nuri Pakdil’in vefatı da bize ibretlerle dolu hayatını daha iyi anlamak gibi bir görev sunuyor. Pakdil’in; “Elinizi götürünüz kalbinizin olduğu yere. Bomba mı taşıyorsunuz , aşk mı?” ifadelerini ben de siz kıymetlilerime sorayım. Perşembe günkü yazımızda buluşmak üzere sağlıcakla, aşkla kalınız.

Bakmadan Geçme