Serdar Şimşek

Telefonunu Kapat, Hayatı Aç!

Serdar Şimşek

Düşünün; Kırmızı ışıkta durdunuz. Yanınızdaki sevgiliniz, eşiniz, çocuğunuz bir şey anlatıyor. Ama sohbet 7 saniye kesilince eliniz otomatikman telefona gidiyor. Ya da akşam yemeğinde masanın ortasında telefon duruyor, herkes bir yandan yiyor, bir yandan “beğeni” kontrol ediyor. Sonra da “Niye mutsuzuz?” diye soruyoruz. 

İşte tam bu noktada Georgetown Üniversitesi’nden bilgisayar bilimci Cal Newport devreye giriyor ve “Dijital Minimalizm” kitabıyla adeta suratımıza tokat gibi bir gerçekle çarpıyor: Biz bağımlıyız kardeşim, hem de fena halde. Newport kitabını “Ekran bağımlılığı ve teknoloji yorgunluğundan kurtulma yol haritası” diye tanımlıyor. Ve haklı. 

Çünkü sosyal medya şirketleri bedava hizmet vermiyor; ödemeyi dikkatimizle, zamanımızla, ruhumuzla yapıyoruz. En güzel örnek Facebook’un ilk yıllarında bildirim butonu maviymiş. Kimse tıklamıyormuş. Rengini kırmızıya çevirdiklerinde tıklanma rekorları kırılmış. Neden? Çünkü kırmızı renk beynimizde “acil, önemli!” diye bağırıyor. Bir döviz bürosu gibi çalışıyorlar: Bizim dikkatimizi alıp reklam verenlere satıyorlar. Sigara şirketleri ciğerimizin, sosyal medya şirketleri ruhumuzun peşinde koşturuyor. 

Kaçımız gece yatarken “bir bakayım” diye Instagram’a girip 45 dakika sonra kendimizi saçma sapan reel’lerde buluyoruz? Kaçımız “Acaba biri story attı mı?” diye telefonu elinden düşüremiyor? İşte bu FOMO denilen birşeyleri ya da fırsatı kaçırma korkusu… Herakleitos’un “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözünü bilirsiniz. Zaman tüneli de öyle: Bir kere girdin mi, aynı akışa bir daha yakalayamazsın. Her an yeni bir şey var ve sen kaçırıyorum sanıyorsun. 

Sonuç? Hayat akıp gidiyor, sen akarsuyun içinde debeleniyorsun.

Şu cümleyi de çok sevdim: “Dünyanın öbür ucundaki arkadaşlarıyla irtibatta kalmak için Facebook’a üye olmuşlardı, ama sonunda masanın öbür ucundaki arkadaşıyla bölünmeden, dolu dolu sohbet edemeyecek hale geldiler. ”Duy da ağlama! 

Newport “yalnızlık yoksunluğu” diye müthiş bir kavram ortaya atıyor. Eskiden insanlar sıkılmaktan korkmaz, yalnız kalır, düşünür, hayal kurardı. Şimdi ise yalnız kalmaya korkuyoruz. Otobüste, tuvalette, asansörde bile telefon çıkarıyoruz. Sıkılınca hemen bir video, bir hikaye. İnsanlar içinde yapayalnız kalıyoruz!

Oysa sıkılmak gerekir. Yalnız kalmak gerekir. Beynimiz ancak öyle dinlenir, yaratıcı olur. Kitabın en pratik önerisi ise 30 günlük dijital detoks. Ama dikkat: Bu “biraz azaltayım” işi değil. Tam bir irade savaşı. 30 gün boyunca sosyal medyayı, gereksiz uygulamaları tamamen bırakıyorsun. Sonra geri dönüyorsun ve sadece gerçekten hayatına değer katanları geri alıyorsun. Geri kalanı? Çöpe. 

Aslında bu kadar çok insanla irtibat halinde olmamıza gerek yok. Çünkü  İnsan beyni en fazla 150 civarı anlamlı ilişkiyi taşıyabiliyormuş. Yani 5000 “arkadaş”ın varsa, kendini kandırma.Bir de “dijital obezite” kavramı var ki cuk oturuyor. Nasıl ki fast food yiyerek vücudumuzu yağ tabakasıyla sarıyorsak, gereksiz bilgi ve bildirimle de zihnimizi şişiriyoruz. 

Sonuç? Ruhsal obezite. Yorgunuz, sinirliyiz, odaklanamıyoruz ama suçlu hep “iş yoğunluğu”. Kesinlikle hayır. Suçlu cebimizdeki o küçük diktatör. Sanki çok mu teknoloji düşmanlığı yaptık diyerek sonlandırayım yazımı.

Kısacası sevgili okur,
Eğer sen de kırmızı ışıkta, yemek masasında, çocuğunun gözüne bakmak yerine telefona bakıyorsan…
Eğer “bir dakika” dediğin şey 40 dakikaya dönüşüyorsa…
Eğer gece yatarken “bir bakayım” diye açtığın uygulama yüzünden uykusuz kalıyorsan…

Teknolojiyi düşman olarak değil, Tam tersine, işe yarayan kısmını sonuna kadar kullan! Ama bilinçli kullan. Gereksiz olanı hayatından at. Çünkü vakit senin, kazanç onların.

Telefonu kapat.
Hayatı aç.
Ve lütfen, masanın öbür ucundaki insana bir bak.
Çünkü o Hâlâ orada ve seni bekliyor.

Yazarın Diğer Yazıları