
Manda!..
Selim Şahan
Arkadaşlarım bana 'Uzun yazıyorsun!’ diyorlar ama ben Can Yücel değilim ki bir küfür ile işi özetleyeyim…
Manda, bizim öküz olarak bildiğimiz boynuzlugiller ailesinden bir memeli türüdür. Bizim bölgemizde camız olarak da adlandırılmışlardır. Henüz traktör ve benzeri taşıma araçlarının yaygın olmadığı benim çocukluk dönemlerinde bu mandaların yük taşımada kullanıldıklarını bilirim.
‘Ağır ağabeyler’ gibi ağır ağır giderler ama ağır yükleri de onlar çekerlerdi.
Argoda cahil ve yoz kimselere de ‘manda’ dendiğini bilirsiniz.
Benim başlıktaki manda adı bu mandalardan değil.
Osmanlı’nın hasta adam olduğu yıllar. 1900’lerin başları…
Osmanlıcılık, Türkçülük, Ümmetçilik, Batıcılık…
Bu saydıklarım, Osmanlı’nın son dönemindeki ana düşünce akımları idi. Hepsinin bir ideolojik alt yapısı, teorisyeni ve taraftarı vardı.
Cepheden eleştiri yapmadan, adını andığım düşünce akımlarına 'kurtuluş için çare arayışları' adını veriyorum.
Fikirler ve düşünce adamları her dönem tartışılmıştır.
Servet’i Fünun döneminin en önemli şair ve düşünce adamlarından Tevfik Fikret’in sanat yaşamı iki döneme ayrılır. 1900’lerin sonunda (1896-1901) Servet-İ Fünun yazarıdır. Dergi, basit bir yazı yüzünden Abdülhamit yönetimi tarafından kapatılınca Fikret ‘toplum için sanat’ anlayışını benimser ve Abdülhamit yönetimine karşı savaş açar.
Tevfik Fikret, kimi çevrelerce hiç sevilmez hatta nefret ile anılır. Fikret, Abdülhamit’e karşı düzenlenen suikast girişimin başarısızlıkla sona erdiğine üzüldüğünü söyler. Suikastı da bir Emeni yapmıştır...
Adını anmadığım çevreler Fikret'i bir de şu ifadeleri yüzünden sevmezler:
"Vatanım ruy-i zemin, milletim nev'i beşer"
Bugünkü Türkçe ile “Vatanım bütün yeryüzü, milletim insanlıktır”
Fikret’e kızan çevreler, Mehmet Akif’i de göklere çıkarırlar.
Oysa Mehmet Akif’in de Abdülhamit’e karşı yazdığı çok ağır ifadeler içeren bir şiiri vardır. Akif, 1966 baskılı Safahat adlı kitabında yer alan Yıldız’daki Baykuş şiirinde şunları yazar:
“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler / Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer
Çoktan beridir vardı benim bir derdim / Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid / Al-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid.”
Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti. / Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.”
Komünist şair Nazım Hikmet, ‘İslamcı’ şair Mehmet Akif için ‘İnanmış adam’ der… İslamcı deyişim, o dönemin düşünce akımı adı olmasındandır; Akif de fikren önder kadrosunda idi.
Neyse geçelim şimdi ve gelelim konumuza…
**
Şu sıralar özellikle sosyal medyada bir mandacı suçlaması var ki ortalığı kasıp kavuruyor.
Sözünü edeceğimiz ‘Manda’ dilimize Fransızca’dan gelmiş.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetki.
Çok safiyane görünüyor ama işin aslı öyle değil.
İşin ilginci kurtuluş savaşı öncesinde de bu manda yönetimi altına girmeyi savunanlar olmuş.
1919 Mayıs veya Haziran'ından itibaren bu ‘manda" yönetimi altına girme fikri popülerlik kazanmış.
Sonradan milli kahraman olan Halide Edip bile "Bütün eski ve yeni Türkiye hudutlarına şamil olmak üzere, geçici bir Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görüyoruz." demiş.
Bu mandacılık fikri, Erzurum ve Sivas kongrelerinde de ateşli bir şekilde tartışılmış.
Mustafa Kemal bile bazı delegelerce "İngilizci" olmakla suçlanmış.
Genç bir tıbbiyeli subay olan Hikmet Boran (Orhan Boran'ın babası), tıp okulu delegesi olarak katıldığı Sivas Kongresi'nde, Mustafa Kemal Paşa'ya hitaben yaptığı konuşmada manda fikrine şiddetle karşı çıkarak şunları söylemiş.
“Paşam! Murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsun, şiddetle red ve takbih ederiz (kınarız). Farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul ederseniz sizi de reddeder; Mustafa Kemal’i "vatan kurtarıcısı" değil, "vatan batırıcısı" olarak adlandırır ve tel’în ederiz (lânetleriz)...”
Mustafa Kemal de Tıbbıyeli Hikmet'e şöyle yanıt vermiş:
“Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk Milleti bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Evlât, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz ekalliyette (azınlıkta) kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!”
Yazı uzadı; özetle ‘manda’ büyük devletlerin koltuğu altına girip 'gel bizi yönet' demek…
O dönem çok sayıda İslam ülkesi, İngiliz, Fransız ve Amerikan mandası altına girmiş.
Padişah bile 24 Kasım 1918’de Daily Mail muhabiri ile yaptığı bir söyleşide İngiltere’ye duyduğu hayranlık ve sevgiyi babasından miras olarak aldığını, eski dostluğu yineleyip, güçlendirmek için elinden geleni yapacağını, imparatorluğun kurtuluş umudunu “Allah’tan sonra İngiltere’ye” bağlılıkta gördüğünü belirtmiş.
Yazıyı kesiyorum:
Cahil cühela takımı olarak adlandıracağım sosyal medya trolleri: işine gelmeyenleri mandacı, Yunan, Ermeni ve Yahudi olmakla suçluyorlar.
Bu ‘manda’ olarak adlandırabileceğim cahil cühela takımının ortak bir düşmanı var: Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik…
Allah onları mandacıların maşası olmaktan kurtarsın…