Yaz halleri

Yürüyorum, ayağımın altındaki asfalt erimiş ve kokusunu yükseltiyor sıcakla beraber. Günün bu saatinde yürümek, çok da...

Yürüyorum, ayağımın altındaki asfalt erimiş ve kokusunu yükseltiyor sıcakla beraber. Günün bu saatinde yürümek, çok da akıl karı değil ama mecburiyetten. Kavrulmuş yol kenarlarındaki ve tarlalardaki otlar. Ağaçların o koyu gölgeleri bile kar etmiyor sıcağa. Gölgeler de sıcak. Eee mevsim gereğini yapacak. Yapacak ki sıcağı bekleyen meyveler, sebzeler olgunlaşsın. Bu sıcaklar olmazsa üzümler, incirler tatlanır mı, karpuzlar kavunlar ballanır mı? İşte insan, böyle işin lezzetini isteyip zahmetini istemiyor. Katlanamıyoruz maalesef.

Nereden nereye geldik. Düşünce dediğimiz şey böyle işte. Çağrıştırıyor düşündüğün bir konu, diğer bir konuyu. Kuruyor köprüleri, bağlıyor yolları birbirine. Düşünce hızına yetişemiyor eylemler ve söylemler. Gördüğün bir renk, aldığın bir koku, hissettiğin bir tat, çok farklı yerlere ve hayatının umulmadık bir anına götürüyor insanı. Zaman makinesi gibi, kaydırıyor düşünsel olarak zaman içinde oradan oraya. Bellek taraması yaptırıyor bazı, hatırlayamıyor insan gördüğünü. Ama ille beyin onu geri planda yaptığı taramayla hatırlatıyor insana. Bazen bir isime bile takılıyorsun, saatler sonra hatta günler sonra bir anda “ha şu idi” diye geliveriyor akla unutulan…

Ben de şimdi ne yazdığımı unuttum, hay Allah… Niye yolda yürüdüğümü anlatmayacaktım tabii ki. Yolda gördüklerimden ziyade hissettiklerimi yazacaktım. Bir elimde şemsiye, diğerinde su şişem -bu sıcakta su olmadan çıkılmaz dışarı- ilerliyorum. Benim gibi birçok insan dışarıda. Onların da bu sıcakta çıkması gerekiyormuş demek ki. Bana garip garip bakıyorlar, neden diye düşünmeye bile gerek yok, elimdeki şemsiyeden ötürü bu bakışlar. Şemsiye; Arapça “şems” kökünden geliyor yani “güneş ve güneşlik” demek şemsiye. Biz daha çok yağmurdan korunmak için kullandığımız için bu şekilde kullanımı yadırgıyoruz. Sadece deniz kenarlarında ya da bir yerde otururken gölge yapması amacıyla büyükçe olanları daha çok hayatımızda yer aldığı için normal güneşten korunma amaçlı şemsiye kullanımı garibimize gidiyor, her neyse.

Yaz, yazlığını yapıyor, yazı da istediği minvale kaydırıyor kendini. Ne yazmak için oturmuştum bilgisayar başına, neler yazdım. Bu, beni bile şaşırtıyor çoğu zaman. “Yaz nasıl geçiyor?” diye sorabilirdim belki. Çoğunuzun cevabı farklı olacaktır muhakkak ki. Kimi serine kaçarken yaylalara, kimi denize koştu suyla, güneşle daha yakından haşir neşir olup yılın o biriken negatif yükünü vücuttan atmak için. Kimi tatili fırsat bilip memlekete ziyarete giderken kimileri de kurslara yöneldi normalde sıkışıklıktan yapamadığı aktiviteleri yapmak için. Peki, kaçımız “Bu iyi fırsat, daha çok okumalıyım” diye bir karar verip uygulamaya koydu? Yazın uzun günlerini daha verimli hale getirmenin en güzel yolu okumak muhakkak. Biz genelde dinlenme ve tembellik yapma zamanı gibi algılıyoruz ya tatilleri, dinlenirken kendimize bir güzellik yapalım ve okuyalım. Böylece verimli, güzel, birikimi çok bir tatil geçirmiş oluruz değil mi? “Yine mi okumaya getirdiniz konuyu?” diye düşünebilirsiniz ama en çok eksiğimiz neredeyse onu vurgulamak da gerekiyor diye düşünüyorum. Bu kadar çok zamanı olup bu kadar az okuyan bir toplum olunca ister istemez konu oraya kayıyor sıkça…

başıboş bir serçeyim – senin gözünde – kısmeti kadar kanat çırpan bütün gök benim bütün maviler de aklım cebimde harcanacak zamanla

hey sen

penceresi kapalı insan

aç pencereni

kaçırma

bir yıldız kayacak

ve

mavi odana dolacak…

Bakmadan Geçme