“Viran olası hanede”

“Bir başıma kalsam şah-ı devrana kul olmam / Viran olası hanede evlad u ıyal var” 1772-1846...

“Bir başıma kalsam şah-ı devrana kul olmam / Viran olası hanede evlad u ıyal var”

1772-1846 yılları arasında yaşamış ozan Aşık Dertli’ye ait bir beyit olan bu sözü geçen pazar akşamı dilime doladım diyebilirim. Bazen tek başımıza kalsak dağlara bile söz geçirmek isteriz. Başımıza buyruk, alabildiğine serbest yaşamak arzusu, insan olmamızın da şanındandır. Mamafih ailemizi, sorumluluklarımızı düşünüp adımlarımızı daha temkinli atarız. İki arada bir derede kalındığında söylenebilecek en nefis sözlerden biridir diye Dertli’nin divanından bir alıntı yapmak istedim. Ahhh tek başıma açlığa bile razıyım amma ev halkını ne yapalım anlamlarına gelen beyit, hepimizin zaman zaman iç dünyasını yansıtmıyor mu?

Eee yansıtıyor da…

“Hayrola, nereden esti?” diye soracak olan meraklı canım okurum, aramızda kalması şartıyla söylerim dermişim.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve gündeme bomba tesiri yapan istifası üzerine bugün bu yazıyı kaleme aldım.

Malumunuz, pazar akşamüzeri istifa mektubu ajanslara düştüğü ve kendi tweet hesabından da yayınlanan mektubun içerisindeki “Cumhurbaşkanım beni affetsin; hayatım boyunca kendisine sadık kalacağım” ifadelerine kıl oldum.

Mesele, Bakan Soylu ya da falan parti meselesi değil. Sadece kurulan cümle ve içerisinde ancak Yaradan’a söylenebilecek içten bir niyazı bir kul, başka bir kul için söylüyor.

Dediğim gibi amacım siyasi değil.

Her kim olursa olsun, hangi partide bulunursa bulunsun vazifede bulunuyor ya da vazifeden ayrılmış olsun “Ömrüm boyunca size sadık kalacağım” cümlesi şahsiyete, insanın asaletine yakışmıyor.

Yüzde 90’ı Müslüman olan bir toplumuz. Müslüman olmak adına bu cümle öylesine hatalı ki!

Biz birilerinin kulu muyuz ki ömrümüzün sonuna kadar emrinde olacağız?

Şahsen ben bu sözü eşim için bile kullanmak istemem. Sadakat ve dürüstlük ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir cümlenin istifa mektubunda bir devlet bakanı tarafından yer almasına çok üzüldüm.

Bu ülkede felsefenin ve sanatın ne kadar önemli olduğuna bir kere daha inandım. Felsefi sorgulamanın yapılmadığı sanatın bizi manen terbiyesinde yetişmediğimiz o kadar çok belli oluyor ki fakat bir o kadar da gerçek anlamda dini inancın bilgisinden de uzağız.

Kuran-ı Kerim çizgisinde gerekli ahlak ve iman bilgisinde yaşamak, bizi bir başkasına kul eylemez.

Peygambere dahi her konuda biat edilemeyeceğini yine aziz peygamber, şu hadis-i şerifinde izah eder: “Dünya işinde bana değil, işin ehliyle istişare edin”

İstişare etmek, yani danışmak, sormak…

Peygamber bile dünya hayatı ile ilgili konularda bilinçsiz bir sadakat yerine kişiliğimizi koruyarak bir bilene danışmamız konusunda bize nasihat ederken bizim bu ikazlara kulak vermeden yaşıyor olmamız düşündürücü…

Ramazan ayına günler kaldı. Mutfak hazırlıkları başladı. Kuran-ı Kerim hatimleri de öyle fakat anlayarak da okuyalım.

Din, özellikle de İslamiyet; bizden şahsiyetimizi, insan olmanın onurunu korumamızı emreder. İslam’ın şartlarını beşe indirgeyip diğerlerini umursamadan yaşamaya kalkarsak gerçek anlamda Müslüman olamadığımız gibi şahsiyetimizi ayaklar altına alıp birilerinin kulu olabiliriz maazallah.

Viran olası hanede evlad u ıyal olsa bile lütfen ancak ve ancak Yaradan’a kul olalım.

“Aaaa ama o zaman ne olacak benim odunlarım?” mı diyorsunuz?

Efendim, vakti zamanında bir köylü eşeğine odunlarını yüklemiş, şehirde kurulan pazara satmaya götürüyormuş. Köyün öğretmeni de şehirden öğrencileri için kitap getirecek olduğundan köylü ile anlaşmak istemiş: “Acelem var köylü kardeş. Bu odunları bana sat, hemen paranı veririm lakin odunlar yerine beni götür şehre” demiş. İlk anda kabul etse de yola çıktıklarından beri “Ne olacak şimdi benim odunlar?” deyip durmuş.

Odunlar yanmadan, odunluğumuz yanmadan insan-ı kamil olamayacağımız kalbinize ayan, ibretlerle dolu şu masal aleminde ibret alabilmek hakikatle, adaletle nefeslenmek şiarımız olsun.

Bakmadan Geçme