Unutanlara Hatırlatalım İstedim!- 3
Haftanız huzurlu, sağlıklı, bol hayırlı, bereketli çalışmalarla geçsin inşallah. Hafta sonu kaldığımız yerden devam edelim. Yazı...
Haftanız huzurlu, sağlıklı, bol hayırlı, bereketli çalışmalarla geçsin inşallah. Hafta sonu kaldığımız yerden devam edelim. Yazı seridir, diğer ikisini de okumanızı tavsiye ederim.
Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925-1935)
Osmanlı Devleti’nde kullanılan takvim, saat ve ölçüler, diğer milletlerden oldukça farklıydı. Bu farklılıklar, sosyal ve ekonomik alanlarda sorunların yaşanmasına ve anlaşmazlıklara neden oluyordu. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerini kolaylaştırmak amacıyla takvim, saat ve ölçülerde değişiklik yoluna gidildi. Bunun sonucunda Hicri ve Rumi takvimler, Miladi takvim olarak değiştirildi. Alaturka saat yerine uluslararası saat kullanılmaya başlandı. Arap rakamlarının yerini modern rakamlar aldı. Okka, endaze, arşın gibi ölçü birimlerinin yerine metre, litre, kilogram gibi ölçü birimleri getirildi. Ayrıca sadece cuma günleri yapılan tatil yerine cumartesi ve pazar günleri tatil yapılmasına karar verildi.
Medeni Kanun Kabulü (1926)
Osmanlı Devleti döneminde uygulanan hukuk kuralları, toplumsal ihtiyacı karşılayamayacak nitelikteydi. Aile hayatı, miras, evlilik vb. konularda erkeklerin kadınlardan daha çok üstünlüğü vardı. Bu da laik hukuk ve devlet anlayışına ters kaçmaktaydı. Bu nedenle Avrupa’da uygulanan medeni kanunlar incelenerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti için en uygun olanın İsviçre Medeni Kanunu olduğuna karar verildi. Bu kararın verilmesindeki sebepler ise İsviçre medeni kanununun Türk aile yapısına en uygun olan olması, kadın-erkek eşitliğine dayanması ve demokratik olmasıydı. Kanun, yeniden düzenlenerek ve tercüme edilerek Türk Medeni Kanunu olarak kabul edildi.
Medeni kanunun kabulüyle;
- Çok eşli evlilik yerine tek eşli evlilik getirildi.
- Resmi nikah, zorunlu hale getirildi.
- Kadınlara toplum yaşayışı içinde dilediği mesleği seçme hakkı verildi.
- Miras paylaşımında kadın ve erkeklere eşit haklar sağlandı.
- Kadınlara da boşanma hakkı verildi.
Türk Kadının Siyasi Haklara Sahip Olması (1926-1934)
Cumhuriyet’in ilanından sonra toplumda ihmal edilen ve ikinci plana atılan kadın hakları önem kazanmıştı ve kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip olmaya başlamıştı. Medeni Kanun’un da kabul edilmesinden sonra kadınların toplumda sahip olduğu değer artmaya başlamıştı. 1926 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının da getirilmesiyle kadınların da siyasi hayatta etkin olması sağlandı. Öncelikle 3 Nisan 1930’da kadınlara belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı verildi. 1933 yılında ise kadınların muhtarlığa ve ihtiyar heyetine seçilebilmek için seçimlere girmesi sağlandı. Birçok Avrupa ülkesinden önce, 1934 yılında kadınlara parlamentoda vekil olabilme hakkı da tanındı. Böylelikle kadınlar da siyasette erkekler kadar söz sahibi olabildi ve yönetime katılabildi.
Kabotaj Kanunu (1 Temmuz 1926)
Kabotaj, kelime anlamı olarak bir devletin kendi limanlarına ticaret konusunda tanıdığı ayrıcalık demektir. 1 Temmuz 1926’da ilan edilen Kabotaj Kanunu’yla Marmara Denizi ve Boğazlarda, bütün akarsu ve göllerde, bütün kara sularında gemilerle mal ve yolcu taşıma hakkı, Türk vatandaşlarına verildi. Yabancı gemilerin ise sadece yabancı ülkelerin limanları ile Türk limanları arasında insan ve yük taşıyabileceği kabul edildi.
Harf Devrimi (1 Kasım 1928)
Yeni kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı Devleti’nde kullanılan Arap alfabesi, çeşitli problemler yaratıyordu. Ayrıca dinsel anlamları olan bir alfabe olduğu için okuma yazması olmayan halk, Arap alfabesiyle yazılan her esere dini açıdan yaklaşmakta ve sadece okuma yazma bilmek bile dinle ilişkilendirilmekteydi. Bu da halkın yanlış yönlendirilmesine sebep olmaktaydı.
Atatürk’ün Sarayburnu’nda halka söylediği “Bugün yapmak zorunda olduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek. Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğretiniz. Bunu yurtseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu ancak okuma yazma bilir, yüzde doksanı bilmezse bundan insan olanların utanması gerek.” sözleriyle de halk inkılabı resmen ilan edildi.
Harf devriminin ilanıyla Türkiye Devleti, batı medeniyetleriyle ve kültürleriyle yakınlaşma sağladı. Bu nedenle harf devrimi; sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda çok büyük yankı uyandırdı. Harf devrimi sayesinde okuma yazma oranı da arttı ve okuma alışkanlığı da topluma kazandırılmış oldu.
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
Osmanlı Devleti’nde soyadı yerine lakap kullanılıyordu. İsimlerin yanında ailelerin unvanı, doğum yeri veya babalarının isimleri bulunuyordu. Bu durum, devlet işlemlerinde karışıklıklara sebep oluyordu. Karışıklıkları gidermek için 21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre “ağa, molla, hafız, paşa, efendi” gibi unvanlar kullanılması yasaklandı. Her Türk vatandaşı, kendi adının yanına aile üyelerinin de ortak kullanacağı bir soyadı seçecek ve onu kullanacaktı.
24 Kasım 1934’te Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya “Atatürk” soyadı verildi. Bu soyadının kendi akrabaları da dahil olmak üzere kimseye verilmemesi kararı alındı.
Laiklik İlkesinin Anayasa’ya Eklenmesi (1937)
Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine sadece din işleriyle ilgilenecek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi yeniliklerle oluşturulmaya çalışılan laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’ndaki “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” ibaresinin kaldırılmasıyla yasallaştırıldı. 5 Şubat 1937’de anayasanın 2. maddesine Türkiye’nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla laiklik devrimi tamamlandı.
Hayatınızdan ahlaklı, doğru, vicdanlı insanlar hiç eksik olmasın inşallah. Huzur ve şansla kalınız.
Sevgiler…
Bakmadan Geçme





